“Dünyayı güzellik kurtaracak. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey” demiş Sait Faik Abasıyanık. Anna Maria Beylunioğlu ve Özgür Kaymak tarafından uzun bir saha çalışması sonucunda kaleme alınan ve İstos Yayınevi’nden çıkan “Kısmet Tabii… İstanbul’un Rum, Yahudi ve Ermeni Toplumlarında Karma Evlilikler” kitabının sayfalarını çevirirken hep sevgiye dair bu söz yankılandı kulaklarımda. Çünkü bir insanı sevmek ideal dünyada aşkı çağrıştırsa da, toplumsal yaşantının çok yönlü dinamiklerinde aslında toplumdaki tüm önyargılar, yerleşik kalıplar, engellemeler, alışkanlıklarla birlikte yoğrulan, o yoğrulma anında da tarafların aşklarının arkasında durma gücüne bağlı olarak ya güçlenen ya da zayıflayarak sönümlenen bir olgudan bahsediyoruz.
Anna Maria ve Özgür’le kitapları yayımlandıktan sonra yeni dijital tartışma platformu Clubhouse’ta suyun öte yanından, Midilli’den bir karma evlilik yapmış olan akademisyen Nazlı Usta-Lazaris ile birlikte çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşiye hazırlıklı olmak için de neredeyse 400 sayfalık kitaplarını 4 gün gibi kısa bir süre zarfında okuyup hazmetme rekorumu kırdım. Çalışmada 57 görüşmeciyle bir araya gelerek oldukça güçlü argümanlar eşliğinde bize Türkiye’deki karma evliliklerin bir fotoğrafını sunmuşlar. Katılımcıların ayrıntılı profili ise şu şekilde: 14 Ermeni, 19 Rum, 18 Yahudi, iki de Bulgar Ortodoks, eşleri Yahudi olan üç Müslüman birey ve evlendikten sonra Hristiyan olan bir görüşmeci. Yazarların daha önce her ikisinin de doktora tezlerinde azınlık topluluklarına odaklanmaları ise onlara niteliksel saha araştırmalarında ilgili kitlelere daha kolay ve güven temelli erişim kolaylığı sağlamış. Ayrıca Antakyalı bir Arap Ortodoks olan, farklı kültürlerin mutfaklarını harmanladığı bir blogu da yıllardır entelektüel ve pratik düzlemde zenginleştiren Anna Maria’nın da kendisinin bir karma evlilik yapmış olması, bu süreçleri “içeriden” bilmesinde anahtar rol oynamış.
Kitap karma evliliklerle ilgili çok kapsamlı bir teorik çerçeve sunduktan sonra, kuşaklar arasında karma evlilik algısının zaman içerisinde nasıl değiştiğini, görüşülen kişilerin hikayeleri, yaşadıkları zorluklar üzerinden okuyor ve bu evliliklerin gerçekleştirilmesi ve sürdürülmesi için farklı toplulukların ne tür stratejiler izlediğine işaret ediyor. Kitapta sadece görüşmecilerin kişisel yaşantıları yok, yakın çevrelerinin müdaheleleri, hatta dini kurumların duruşları bile bu evliliğin şekillenmesinde rol oynamış. Bir diğer ifadeyle, karma evlilik söz konusu olduğunda toplumdaki tüm otorite kaynakları kendilerine mikrofonu doğrultarak bu hassas ve özünde iki kişiyi ilgilendiren süreçte söz sahibi olmak istemiş. Bu müdahillik zaman zaman destekleyici iken, zaman zaman evliliğin büyük mücadelelerden geçmesine yol açmış. Kitabın öne sürdüğü argümanlardan biri ise, karma evliliklerin niçin son yirmi yıllık dönemde artış eğilimine girdiği. Dolayısıyla, “benim de çevremde karma evlilik var, gül gibi geçiniyorlar” klişelerinin arkasına sığınmaksızın aslında iki neslin de yaşadığı farklı karma evlilik mücadelelerinin arkasındaki ve ötesindeki dinamiklerin bir nakış örer gibi sunulduğu, alanında “ilk” olma özelliği taşıyan bir başucu kitabından söz ediyoruz. Karma evlilikler konusunda henüz sağlıklı bir istatistik olmadığını da buraya not düşmek gerekiyor. Umarız bu akademik çalışma bu konuda ilgili istatistik çalışmalarını harekete geçirir.
Asimilasyon korkusu yaygın
“Foucault, insanların doğuştan birbirilerinden çok farklı olmadığını, ama bu ötekileştirme süreci içinde gittikçe birbirlerinden farklı hale geldiklerini söyler. Erkekler, kadınları ötekileştirerek kendilerini tanımlarlar; karşı cinsle ilişki kuranlar eşcinselleri ötekileştirerek kendilerini tanımlarlar; Hıristiyanlar, Yahudileri, Yahudiler Müslümanları ötekileştirir. ”
Savaşçı, Doğan Cüceloğlu
Yazarlar, karma evliliğin çerçevesini, Rum, Yahudi, Ermeniler arasındaki evlilikler olarak çizmişler ve Türkiye’de dinler-arası evlilik geçirgenliklerinin yaygınlığını ele almışlar. Özünde karma evlilik, üç topluluğun da pek arzuladığı bir durum değil. Ama gerçekleşmesi kaçınılmaz olduğunda da aileye yeni girecek kişinin dini ritüelleri ne kadar benimseyeceği ve herşeyden de önemlisi çocukları olduğunda onun hangi dine yöneleceği gibi endişeler gündeme geliyor. Özünde asimilasyona karşı alınan tedbirler üzerinden şekilleniyor aslında çoğu karma evlilik. Bu asimilasyonu durdurmak için kimi diline dört elle sarılırken, kimisi için de kilise ritüelleri veya Şabat günü evde toplanmalar bir kurtarıcı oluyor. Dolayısıyla karma evlilikler, toplumdaki konumunu korumak üzere sürekli bir mücadele alanı yaratırken, bir yandan da aşkı, sevgiyi ayakta tutmak üzere stratejiler geliştirilmesini gerektiriyor. Bu kırılgan süreçte ise birinin diğeri karşısında üstünlük algısı yaratmaması, ritüellerin karşılıklı saygı içerisinde sürdürülmesi, evliliklerin uzun ömürlü olmasını sağlıyor. Karma evlilik taraflarından biri Paskalya’da yumurta boyarken, diğeri de Müslüman veya Yahudi bayramlarını kutluyor.
Kitabın bir diğer çarpıcı bulgusu ise, karma evlilik gerçekleştiren bireylerin bazıları kendilerini inançsız olarak tanımlasalar da, karma evlilikle birlikte, kimliklerini oluşturan din ve ritüellere bir anda dört elle sarılır hale geliyorlar; bayram ritüellerini çocuklarına aktarmaya çabalıyorlar. Kimi çiftler ise, toplumsal ve dinsel rutinlerden o kadar sıkılmışlar ki, Yahudi biriyle evlenmemiş olmaktan ve her Cuma ailelerin Şabat yemeklerinde bir araya gelmesi rutininden kurtulmuş olmaktan çok mutlu olabiliyor. Gelinen post-modern çağda zaten ilişkilerin doğasında da bu tür rutinlerin kırılması ve bireyselcilik ve ilişkilerin derinlemesine gelişmesi, birbirini beslemesi ön plana çıkmıyor mu gerçekten de? Zira, doğum ile ölüm süreçleri arasında küçücük omuzlarımızda taşımakta zaman zaman yorulduğumuz, bocaladığımız bir şey bu “toplum baskısı”. Ve istem dışı şekilde farklı durum ve koşullarda karşımıza çıkarak bazen evlilikleri, ilişkileri rutinleştirmede üstlerine yok.
Kitap ağırlıklı olarak karma evliliklerin aslında kamusal alandaki ayrımcılıktan ayrı düşünülemeyeceğini anımsatıyor. Gündelik konuşma pratiklerimizde azınlık mensuplarına dair dilimize yerleşen ayrımcı ifadeler, aslında bu tür evliliklerde gelin veya damadın hiç beklemediği bir anda yüzüne tokat gibi inebiliyor. Kimisi bu ayrımcı ifadeleri duymazdan gelip evliliğini sürdürmeye çalışırken, kimisi de en baştan önlemini almak üzere sorunun üstüne gidiyor. Bazen de karma evliliklerde bu tür “hassas” konular suskunluk sarmallarına yol açıyor. Bazı hanelerde din ve siyaset “tabu” oluyor, asla konusu açılmıyor. Örneğin Yahudi bir görüşmecinin eşiyle İsrail’e dair düşüncelerini asla paylaşmaması ve bu şekilde evliliğinde gerilimi azaltmaya çabalaması veya bir Ermeni ile evlilik yapan başka bir din mensubu kişinin 1915 olaylarından söz etmemesi gibi. Bu noktada kitabın önemli bir tespiti de Yahudilerde diğer azınlık topluluklarına kıyasla karma evlilik oranının çok yüksek oluşu ve Yahudiler’in bu konuya sınıfsal açıdan yaklaşması. Dolayısıyla, benzer sınıfsal tercihlere ve genelde de benzer ekonomik ve sosyo-kültürel statüye sahip bir İstanbul Ermenisi ile İstanbul Yahudisinin evliliği topluluk içinde çok yadırganmıyor. Türkiye’de Yahudilerin karma evlilik yaptığı topluluklar arasında Müslüman Türkler ilk sırada yer alıyor. Türkiye’de yaklaşık 14 bin Yahudi, 180 bin Hıristiyan yaşıyor. Son dönemde özellikle Yahudi topluluğundan Portekiz ve İngiltere’ye yerleşmek üzere ciddi bir dış göç vermiş durumdayız. Türkiye’deki azınlık topluluğu da kendi içinde rakamsal açıdan büyük kan kaybediyor ve bunun ardında özgürlükler ve ekonomiyle bağlantılı birçok sebebinin yanı sıra, toplumsal önyargılar ve bir türlü aşamadığımız ayrımcılık uygulamaları yer alıyor.
Bununla birlikte, asimilasyon korkusu sadece farklı bir din mensubu kişinin karma evlilik konusu olmasından kaynaklanmıyor. Kitapta belirtildiği gibi, 1960’lı yıllara kadar Aşkenazlarla Sefaradların evliliği bile kabul görmüyormuş; zira Aşkenazların daha eğitimli, yurtdışı tahsili yapmış, sanata düşkün, çok dil bilen, zengin bir profili varken, Sefaradlar biraz daha “halktan”, tabir-i caizse “sıradan” bulunurmuş. Sosyal yaşantılar arasındaki bu uçurum ise, evlilikte uyumsuzluk doğuracağı için istenmez, desteklenmezmiş. Hatta annesi-babası fi tarihinde boşanmış bir Ermeni’yle başka bir Ermeni’nin evlenmesine bile, “toplumsal ayıp” olduğu gerekçesiyle izin verilmemiş.
Eğitim seviyesi ne kadar etkili?
Ayrıca eğitim seviyesi de bu süreçte rol oynuyor. Üniversite eğitim düzeyinde üst kademelere çıkıldıkça kişilerin başka toplulukların bireyleriyle karşılaşma olasılıkları artıyor ve bu da karma evliliklere doğrudan zemin hazırlıyor. Bu eğitim seviyesi beraberinde daha otonom bir dindarlık doğururken, kişiler dini otoriteden uzaklaşarak evliliklerinde dinin belirleyici bir dinamik hale gelmesini önlemeye çalışıyorlar veya en azından bu açıdan bir farkındalıkları doğuyor, “benim azınlık topluluğum ne der? onlara nasıl hesap verebilirim” şeklinde kendisine dayatılan “mahalle baskılarını” sorgulamaya başlıyorlar. Bu sorgulamalar zaman zaman karma evlilik yaptığı için annesi ve/veya babasının kendisiyle konuşmayı kesmesine dek varan sürece kişisel olarak anlam vermeyi amaçlıyor. Ama örneğin kendisi de seküler bir Müslüman ile karma evlilik yapan Anna Maria’nın ailesi, bu evliliğinin arkasında durmuş. Hatta babasına komşuları “kendisine uygun eşi bulamadı mı bizim aramızda” diye sorduğunda bu dış müdahaleleri duymazdan gelmiş, Anna Maria anneannesinin “acaba başını örtmesini isterler mi?” şeklindeki endişelerini “eğer öyle bir şey yaparsam kayınvalidem beni gelinlikten reddeder” şeklindeki ifadeleriyle gidermiş. Öte yandan, Anna Maria’nın bağlı olduğu Rum Ortodoks Kilisesi, dini nikah kıyılmasına izin vermemiş. Bu da elbette kendisinde ait olduğu dinsel – topluluksal kimliğe dair bir kırgınlık yaratmış. Benzer şekilde, Nazlı Usta-Lazaris de Yunanlı eşiyle Yunanistan’ın Midilli adasında tanıştıktan sonra, karma evliliklerin oluşturduğu toplumsal engelleri karşı tarafı anlayarak, onunla ortak paydaları geliştirerek aşmaya çalışmış. Şu anda kendisi de bir bebek yetiştiren Usta-Lazaris, Yunanca’ya o kadar hakim olmuş ki bazen eşinin annesi onun farklı bir din ve milletten olduğunu bile unutur olmuş. Dolayısıyla karma evlilikler karşılıklı çabalar, özveriler ve diyalog adımlarıyla aslında normal evliliklerden bile daha sağlıklı ve kalıcı bir düzleme çekilebiliyor.
Öte yandan, çalışmaya katılan 57 görüşmeciden 9’u din değiştirmiş. Bu din değiştirme ise çoğu zaman evliliği kurtarmaya dönük sembolik bir adım oluyor ve örneğin Ermeni topluluklarda çok hassas bir nokta olan “çocuğunun kilisede vaftiz edilmesi” için gereken prosedürleri aşmayı amaçlıyor. İlginç bir şekilde de genelde kadınlar din değiştiriyor. Çalışmada ele alınan ve alınmayan birçok vakada isim değiştirerek, “kalabalıklara karışma” arzusu da karşımıza çarpıcı bir şekilde çıkıyor.
Araştırma bulgularına göre karma evlilik çocukları dış dünya ile daha barışık, melez kültürlere aşina bir yapı sergiliyor. Kitabın yazarlarına göre, karma evlilikten doğan çocuklar, anne ve babalarının farklı dini veya etnik yaklaşımlarını – ki bunu çocuğa bırakılmış en özgün ve güzel “miras” olarak da değerlendirebiliriz- eklektik olarak benimseyerek adeta karma bir kimlikle toplum karşısına çıkıyorlar. Bu durum da kaçınılmaz bir zenginlik yaratıyor ve bu çocukların yeni normali bu tür evlilikler üzerinden bir toplum kurgusu oluyor. Tekçi bir kimlik yapısından ziyade farklı kimliklerin bir arada yaşamasının normalliği üzerinden bir çocukluk inşa ediyorlar. Öte yandan, yazarlara göre azınlık topluluklarının özellikle yaz dönemlerinde Büyükada, Kınalıada gibi görece daha “mikro” ölçekli yerlerde yaşamlarını sürdürmeleri, karma evliliklerin topluluklar tarafından kabullenirliğini artırıyor, ortak mekan paylaşımı birbirini tanımayı ve benimsemeyi kolaylaştırıyor. Bu durum ayrıca Z neslinin de farklı din ve kültürden kişilerle kaynaşmasına da zemin hazırlıyor. Ancak kitaptaki bazı katılımcılar ise “Ada gibi ufacık yerde herkes birbirini tanırken” gençlikteki Müslüman-Türk flörtlerinin zaman zaman toplum baskısına konu olduğunu belirtiyorlar.
Mezarlık sorunu
Gelelim, hassas bir diğer noktaya: ölümden sonra ne olacak? Şair Birhan Keskin’in de dediği gibi belki de: “Serin bir rüyanın hatrınadır çektiğim dünya ağrısı”… Karma evliliklerle ilintili mezarlık konusu halen yasal bir mevzuata bağlanmış değil. Öte yandan bu konuda Anna Maria ve Özgür önümüzdeki dönemde ortak bir çalışma yapabilecekleri ve literatüre bu noktada da katkı sağlamayı arzu ettiklerinin sinyalini verdiler. Yazarlara göre, mezarlık konusunda azınlık topluluklarında erkekler çok daha hassas. Eşlerin aynı yere gömülmemesinin yanı sıra, çocukların anne yanına mı baba yanına mı gömüleceği gibi konularda soru işaretleri giderilmiş değil.
Peki, karma evlilikler yeni bir toplumsal sözleşme mi doğuruyor? Son yirmi yıllık eğilime bakılırsa, tarihsel süreçten kaynaklı toplumsal bariyerler yavaş yavaş kaldırılarak, azınlık toplulukları “öteki”ne açılıyor ve bu süreç de kaçınılmaz olarak toplumsal sözleşmenin revizyonunu beraberinde getiriyor. Karma evliliğin taçlandırdığı bu toplumsal yaşantıda öne çıkan değerler ise, bir arada yaşamak, diğerini anlamak, saygılı olmak ve dinsel / etnisite bazında gettolaşmadan uzaklaşmak yer alıyor. Görünüşte “ayrı dünyaların” insanları, aslında toplumsal uyanışta ve mobilizasyonda bir tetikleyici hale geliyor. Ancak şurası net ki, bu kitabı sonuna kadar okuduktan sonra yakın çevrenizdeki karma evliliklere çok daha farklı ve derinlikli bir bakış açısıyla bakacaksınız ve belki de onları çok daha doğru bir şekilde tanımış olacaksınız. Ve evet, bir insanı sevmekle başlayacak her şey. Hangi din, etnisite, kültürden olduğundan bağımsız olarak dünyayı sevgi güzelleştirecek.