
Bas-Bariton, sinema, tiyatro ve seslendirme sanatçısı, besteci Hazar Mürşitpınar Ankara’da doğdu. Tiyatro kökenli bir ailede yetişti. Henüz çok küçükken babası Nihat Mürşitpınar ile oyunculuk eğitimine ve kariyerine başladı, birçok tiyatro oyununda görev aldı. Yine babasının yanında çırak olarak hayalì (karagöz-hacivat oynatan) mesleğini incelikleriyle öğrendi. 2010 yılında Eskişehir Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü’nün yetenek sınavını kazandı. Üniversite eğitimi sırasında Eskişehir Devlet Konservatuarı önderliğinde birçok konserde ve temsilde görev aldı. 2014’te Cem Arslan’ın yazıp yönettiği ve iki sezon süren “Duyum Eşiği” performans tiyatrosunun oyuncu kadrosunda yer alırken 2015 yılında Oğuz Anbarlı’nın senaryosunu yazıp yönettiği kısa filmi “İğne Deliği”nin bestelerini yaptı ve Rıza karakterini canlandırdı.
2015 yılında yüksek lisans eğitimi için girdiği yetenek sınavını kazanarak İtalya’daki Padova Cesare Pollini Devlet Konservatuarı Opera Bölümü’ne başladı. Bölümü en yüksek not olan ‘110 Lode’ ile bitirirken, tezini “Bas-Bariton ve Basso Buffo seslerin farklılıkları” üzerine yazdı. Avrupa’da çeşitli opera yarışmalarında özel ödüllere layık görüldü. Girdiği yetenek sınavı sayesinde aldığı burs ile 2019 yılında yine Padova Cesare Pollini Devlet Konservatuaıi’nda opera üzerine Yüksek Uzmanlık yaptı. Yine aynı sene, Oğuz Anbarlı’nın yazıp yönettiği bir diğer kısa filmi “Mercan”ın müziklerini yaptı.
Kariyerine İtalya’da devam eden Hazar Mürşitpınar; Don Pasquale, L’Elisir d’amore, Roberto Devereux, Così fan tutte, Don Giovanni, Die Zauberflote, Tosca, Il Barbiere di Siviglia, La Cenerentola, La Traviata, Rigoletto ve daha birçok operada rol alırken; İtalya, Almanya, Avusturya, Danimarka gibi ülkelerde temsillere katıldı, sayısız konserde solist olarak görev aldı.
Kariyeri boyunca; Mara Zampieri, Riccardo Zanellato, Bruno De Simone, Ramon Vargas, Cemi’i Can Deliorman, Giuseppe Sabbatini, Roberto Scandiuzzi, Fabio Sartori, Chiara Isotton, Claudio Sgura, Giancarlo Andretta, Federica Bragaglia, Vincenzo Scalera, Marco Moresco, Marco Boemi, Francesco Lanzillotta, Jean-Romain Vesperini ve daha birçok önemli isimle çalıştı.
Türkiye’deki operaseverlerin kendisini daha yakından takip etmesi ve başarılarıyla daha çok övünüp onu desteklemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Hazar Mürşitpınar’ı tanıdığınızda sizin de benimle aynı hisleri paylaşacağınıza eminim.
Keyifli bir söyleşiyle bu değerli tanışıklığa adım atmaya ne dersiniz?
Hazar bey merhaba. Tüm müzisyen gençlere sorduğum sorunun aynısıyla başlayalım; çünkü herkesin hikayesi birbirinden o denli ayrı ama o denli de benzer. Sizin müziğe ilginiz, yeteneğiniz nasıl fark edildi ve operaya nasıl yöneldiniz?
Müziğe olan ilgim, ailem tarafından bana söylendiğine göre toplu taşıma kullanırken çevredeki insanları aralıksız bir şekilde yüksek sesle şarkı söyleyerek rahatsız etmeye başladığım zaman keşfedilmiş. Tiyatro sanatçısı ve hayalì (Karagöz-Hacivat oynatan) bir babaya, amatör olarak oyunculuk yapan bir anneye ve her anı dolu dolu türkülerle ve deyişlerle yaşayan Alevi Kültürü’ne sahip olmam da müzikten uzaklaşmamı engelledi. Üniversite öncesi eğitim hayatım boyunca karşılaştığım bütün müzik öğretmenlerim tarafından sahneye çıkarılmam, müzik gruplarında solist olarak yer almam da bir şekilde beni hiç düşünmediğim bir yerde bu mesleği yaparken bulmamı sağladı sanırım. Hikayenin bence en ilginç kısmı ise opera bölümüne kabul edilip başlayana kadar operaya dair ne yazık ki çok az fikrimin olmasıydı.

Peki sizi Eskişehir’den İtalya’ya atan rüzgar ne oldu? Cesur ve önemli bir adım olsa gerek…
Hikayenin bu kısmı da ilginç. Çünkü İtalya ne aklımda ne de planlarım arasındaydı.Yurt dışında yüksek lisans yapmak istiyordum fakat bölüme ve okula henüz karar vermemiştim. Hatta aktif olarak bir yandan oyunculuk yapıyor bir yandan da belediyelere sunmak için müzikal projeler hazırlıyordum. Oyunculuk, Müzikal ve Opera arasından birine karar vermeye çalışırken, o sıralarda işi yüzünden İtalya’da yaşayan kuzenim ve eşinden “İstersen buraya gel, biz sana elimizden geldiğince destek oluruz” lafını duyar duymaz, o zamanlar Eskişehir Devlet Konservatuarı’nda şan eğitimi veren Nejat Işık Belen’in tavsiyesi üzerine Padova Cesare Pollini Konservatuarı ile hızlı bir şekilde haberleşip yetenek sınavına girdim, kazandım ve kendimi bir anda İtalya’da buldum.
Eğitiminizi ne tür burslarla sürdürdünüz?
Ne yazık ki hem ilk hem de ikinci senemde İtalya’da ihtiyacı olan herkesin rahatlıkla alabildiği devlet bursuna başvurma şansını bürokratik sebeplerle kaçırdım. Fakat Padova Konservatuarı’ndaki değerli şan hocam Mezzo-Soprano Lidia Tirendi’nin tavsiyeleri ve özenle seçerek beni gönderdiği opera yarışmalarından iyi dereceler elde etmem sayesinde yüksek lisans eğitimine başlar başlamaz mesleğimi yapmaya başladım. Yeri geldiğinde ekstra işlerde de çalıştım. Bu süreçte asıl desteği büyük ailemden gördüm tabi, hepsi sağolsun birlik olup maddi-manevi destek oldular, oluyorlar.
Opera alanında akademik olarak da uzmanlaşmak size neler kazandırdı?
Uzmanlığı, yetenek sınavı ile aldığım burs sayesinde yapabildim. Bu uzmanlık sayesinde internette, opera evlerinde hayranlıkla izleyip dinlediğim birçok önemli isimle tanıştım, onların değerli anılarını dinledim, temsil öncesi ve sonrası nasıl yaşadıklarını öğrendim. Şan tekniğine hayran olduğum bir tenor ve bir bas ile baş başa teknik çalışabildim ki bu hala inanılmaz geliyor bana. Özellikle bizim mesleğimizde sizin için “doğru” kişiyle çalışarak geçireceğiniz bir saat dahi çok fark edebiliyor.
Yurtdışında bulunmanızın da verdiği erişilebilirlik sayesinde Mara Zampieri’den Ramon Vargas’a, Giuseppe Sabbatini’den Riccardo Zanellato’ya, Bruno De Simone ve daha nicelerine dek çok değerli müzisyenlerle çalıştınız. Peki içlerinden en unutulmaz olanı hangisiydi?
Sahne sanatları ile uğraşıyorsanız ve gençseniz sıkça duyduğunuz bir laf vardır: “Tecrübe”. Tecrübenin bu meslekte ne kadar farkettiğini anlamamı Treviso Mario Del Monaco Operası’ndaki bir Tosca temsiline ve değerli tenor Fabio Sartori’ye borçluyum. Temsil tam olarak İtalya’nın pandemi yüzünden ikinci defa tam kapanma kararı aldığı güne denk geldi. Tam kapanma haberleri yüzünden iptali düşünülen temsilin, temsil sabahı iptalinden vazgeçildi. Operanın konser formatında yapılacağını, salona seyirci alınmayacağını, satılan bütün biletlerin iade edilip temsilin online bir sekilde yayınlanacağını duyurdular. Fakat tüm bu karmaşa sırasında biz sadece bir defa müzikal prova yapabildik, konser formatında olsa da sahne giriş-çıkışları takip etmemiz, klasik rejiyi noktası virgülüne kadar bilmemiz gerekiyordu fakat hiç reji provası yapmamıştık. Ana rollerde olan isimler Fabio Sartori, Claudio Sgura, Chiara Isotton gibi önemli ve bu rollere defalarca can vermiş isimlerdi. Yanında küçük roller için bir yarışma açılmış ve yarışmayı kazanan benim gibi genç isimler seçilmişti.
Toplamda 8-10 saatlik bir çalışma ve bürokratik belirsizlikler sonunda kendimizi etrafımız kameralarla çevrili bir şekilde sahnede bulduk. İçinde benim de olduğum sahnelerden birinde genç meslektaşlarımdam biri ile sahneye birlikte girmemiz, sahnemiz bittikten sonra birlikte çıkmamız gerekiyordu. Ben tam sahneden çıkmak için harekete geçecekken Fabio Sartori’nin gözleriyle beni yakalayıp bırakmadığını farkettim, bir 5-10 saniye bana bakıp gözlerini hafifçe meslektaşıma kaydırınca bir anda Sartori’nin sesini duymuş gibi oldum. Meslektaşım muhtemelen o sahneden sonra ne yapması gerektiğini unutmuştu, bir heykel gibi çakılı bir şekilde duruyordu. Hemen yanına doğru gidip başımla hızlıca -role de uygun bir şekilde- “Dışarı!” hareketi yaptım, meslektaşım anladı, dışarı doğru yöneldi, ben de onun arkasından yürürken tekrar Sartori’ye baktım, gözleriyle hafifçe onayladığını görünce her şeyin yolunda olduğunu anladım. Kendimizi sahnenin dışına attığımızda meslektaşım hemen teşekkür etti; sahneyi unuttuğunu, çaresizce orada kaldığını söyledi ve durumu nasıl anladığımı sordu. Sonraki sahnede Sartori de sahne arkasına geldiğinde bana “aferin” dedi ve tam olarak emin oldum biraz önce yaşadığımın ne oldugunu. “Tecrübe” dedikleri kavram canlı bir şekilde önümde duruyordu.
Tecrübe; daha önce birbirini hiç görmemiş üç kişinin birbiri ile konuşmadan iletişim kurmasını sağlamış, minik bir sahne aksaklığının önüne geçmiş, bütün bunları yaparken de Cavaradossi gibi zor bir role eksiksiz bir şekilde can vermişti.
Yurtdışındaki müzisyenlerin Türkiye’de bilinirliği hakkında neler söylersiniz? Bu konuda sizce medya üzerine düşeni yapıyor mu? Siz başarılarınızı nasıl duyurmayı tercih ediyorsunuz örneğin?
Yurtdışındaki yabancı müzisyenlerin Türkiye’de bilinirliği, yurtdışındaki yerli müzisyenlere göre ne yazık ki çok daha fazla. Ve bu her türlü müzik tarzı için böyle maalesef. Avrupa’daki bütün ülkeler önce kendi sanatçısına, kendi kültürüne önem veriyor. Bu yanlış anlaşılmasın lütfen; kendi kültürünü ve sanatçısını yaşatırken dışarıya kapanmak değil kesinlikle. Kendi sanatçısını destekleyip, kendi kültürüne sponsor olarak tam aksine onları dünya arenasına sunmak. Bu bir devlet politikası haline gelirse medya da üstüne düşeni yapmaya başlar. Medyanın toplum ilgisini yönlendirdiği kadar toplum ilgisi de medyanın üzerine eğildiği konuları yönlendirir, iki kavram da birbirinden bağımsız hareket edemez. Şu an böyle bir devlet politikası olmadığı için medyanın da sanata ve sanatçıya ilgisi düşük. Sizin gibi çok az sayıda değerli gazeteci ve sayıları 10’u geçmeyen müzik dergileri olduğu için “şanslı” olduğumuzu söyleyebilirim yine de.
Ben de bütün meslektaşlarım gibi sosyal medyayı kullanıyorum. Az zamanım olduğu için çok üzerine düşemiyorum. Fakat dediğim gibi; burada kendinizi tanıtmaya ihtiyacınız olmuyor çünkü büyük-küçük medya organları halihazırda bütün sanat etkinliklerini aktif bir şekilde takip ediyor. Yaptığım basit bir konser hakkında dahi her seferinde en az 3-4 tane makaleye rastlayabiliyorum. Yine bu sayede daha önce çalıştığınız şehirlere başka bir temsil-konser için geri döndüğünüz zaman etkinlik sonrası tebriğe gelen insanlardan etkinliği ve adınızı gazetede-dergide-internette gördüğünü, sizi daha önce izlediğini ve sırf sizi tekrar izlemek için geldiğini söyleyenlerle karşılaşabiliyorsunuz.
Türkiye’den beğendiğiniz opera sanatçıları kimler?
Çok fazla isim sayabilirim, yakından veya uzaktan takip ettiğim ve etmeye çalıştığım birçok meslek büyüğüm, tanıdığım, arkadaşım, hocam, akranım var. Coğrafyamızdan her daim çok güzel sesler çıkmış.
Pervin Çakar örneğin, benim dışımda ailemin de son dönemde aktif sanatçılar arasından severek takip ettiği sanatçıların başında geliyor. Sanatçılığının yani sıra kültürümüzü dünyaya tanıtması, benim ve benim gibi gençlere verdiği -aslında bütün sanatçıların yapması gereken- desteklerle büyük bir saygıyı ve takdiri hak ediyor. Yine manevi olarak destek aldığım kişiler arasından Cüneyt Ünsal ve Levent Bakırcı’yı söyleyebilirim. Nejat Işık Belen ve Mithat Karakelle de sanatçılığı ve meslek anlayışları açısından örnek aldığım kişiler arasındadır. Ve son olarak kendisine yetişememiş olsam da kesinlikle Mehmet Ruhi Su.
Verdi, Mozart, Rossini, Donizetti ağırlıklı bir repertuarınız var. Bir ayrım yapmak çok zor ama içlerinden sizi üzgünken en çok mutlu eden, yorgunken en çok dinlendiren besteler hangileri?
Buffo (komik) bir repertuara sahip olsam da ciddi eserler beni daha fazla çekiyor seyirci/dinleyici olarak. En sevdiğim üç opera sırasıyla Puccini’nin Tosca, Verdi’nin Macbeth ve Aida’sı.
İtalya’daki opera dinleyicisini nasıl tanımlarsınız? Bilgili bir kitle mi? Yaş aralığı orta yaş ve üzeri mi? Gençler arasında ilgi ne durumda?
Bütün dünyada olduğu gibi İtalya’da da opera dinleyicisi günden güne azalıyor. Bu endişe verici gibi görünüyor olabilir fakat ben normal karşılıyorum. W. A. Mozart’ın Le Nozze di Figaro Operası’nı (Figaro’nun Düğünü) ele alalım mesela… Tam 236 senelik bir eser… Mozart gibi dehalar tarafından yaratılan bu gibi muhteşem eserler tamı tamına 236 senedir ve daha fazladır klasik ve modern rejilerle dünyanın dört bir tarafında defalarca sahnelenmiş, sahneleniyor. Radyo, sinema, televizyon, internet gibi teknolojilere sahip değilken insanlar 3 saatlik bir opera izlemek için yaz-kış demeden kilometrelerce yürümüşler. Zamanın doğal akışı içerisinde yeni teknolojiler edinmişiz, sanat her zaman olduğu gibi sürekli olarak kendini yenilemiş, enstrümanlar değişmiş, müzik değişmiş, tiyatro binaları değişmiş, şan öğreti biçimi değişmiş, yeni müzik türleri ortaya çıkmış ve daha nicesi… Böyle bir ortamda opera gibi pahalı, çok fazla iş gücü ve yıllarca azimle çalışma gerektiren bir sanat türünün hala bu kadar ilgi çekiyor olması, bu kadar dinleyicisinin olması, bütçeye sahip olması, sponsorluklar bulabiliyor olması, her şeyden önemlisi konservatuarların 200 sene öncesine göre daha fazla ilgi çekiyor olması bence harika…
Dinleyici sayısının günden güne azalmasının ana sebebi okulların %90’ında yanlış ve sanata uzak bir eğitim benimsenmesidir. Diğer bir sebebi de özellikle benim jenerasyonumdaki insanların kendilerine ayıracak yeterli zamanı ve ekonomik durumu olmamasıdır. Opera salonlarının 50 yaş üzeri insanlarla dolu olmasının sebebi, 50 yaş altı insanların yoğun iş tempoları yüzünde hiçbir şeye zaman ayıramamalarından dolayıdır. Tiyatro salonları ve sinemalar da aynı şekilde. Televizyonun, internetin, film/dizi platformlarının sahne sanatlarına, sinemaya ve konserlere üstün gelmesinin sebebi de daha ucuz ve ulaşılabilir olmalarıdır. Fakat bu geçici bir dönemdir. Çünkü günümüzde birçok devletin üzerine düşmeye başladığı bir konuya dönüşmüştür. Yine bu sebeple İtalya’da ve diğer ülkelerde gördüğüm kadarıyla son dönemde çocuklar, okullar aracılığıyla tekrar tiyatrolara ve operalara yönlendirilmeye başlanmıştır. Örneğin tezimi hazırlarken araştırdığım kadarıyla İtalya’nın Veneto Bölgesi’nde ilkokuldayken okulu tarafından en az bir defa opera izlemeye götürülmüş çocuk sayısı 1990-2000 doğumlular arasında %40 kadarken bu oran 2000-2010 doğumlular arasında %70’lere çıkmıştır. Özellikle Almanya, Avusturya ve İtalya’daki opera evleri çocuklara özel kampanyalar yürütmekte, ayrıcalıklar tanımaktadır.
Sesiniz en önemli varlığınız olsa gerek… Peki onu korumak için neler yaparsınız?
Sesi korumak biraz deneye yanıla, okuyup araştırarak ve tecrübe sahiplerinden bilgi alınarak öğrenilen bir şey. Konuşurken ve şarkı söylerken sesi doğru bir şekilde kullanmak çok önemli, bu da iyi bir şan ve diksiyon eğitiminden geçiyor. Onun dışında insan, kendi vücudunu iyi tanımalı ve vücudunun verdiği sinyalleri iyi takip etmeli, aynı spor yapmak gibi. Çok yorgun ve hastayken yapacağınız ağır spor, kaslarınıza sadece ve sadece zarar verir. O yüzden disiplinli bir şekilde, hiç aksatmadan şan çalışmalı, yorucu günlerin ve performansların ardından iyice dinlenmeli, mümkünse haftanın bir günü sesi hiç kullanmadan geçirilmelidir. Bir ses sanatçısı konuşmaktan çok dinlemeyi tercih etmelidir. Tabi “dikkat ederseniz asla sorun yaşamazsınız” diye bir şey demiyorum kesinlikle. Genetikten kaynaklanan problemler, hiç hesapta olmayan hastalıklar ve sakatlıklar geçirebilir insan. Bu yüzden mental olarak da çok güçlü olmayı gerektirir sesi korumak. Bir de unutmadan; sağlıklı beslenme ve düzenli spor.

Sahneye çıkmadan önce nasıl bir hazırlık temponuz vardır? Örneğin komşularınız rahatsız olur mu siz evde çalışırken?
Çok büyük kariyer yapmış hocalarımızın anlattıkları gibi değil günümüzde çalışma hayatının işleyişi. Bir zamanlar insanlar uzun yolculuklar yapar, bu yolculuklar sırasında eserlere çalışır, hafif bir tempoyla temsillere çıkarlarmış. Temsilden bir-iki gün önce ağızlarını bıçak açmaz, kağıtlarla yazışarak iletişime geçerlermiş. Bu anıları dinleyince yüzümde hep buruk bir gülümseme oluşuyor çünkü günümüzdeki tempo, o zamanların tam tersi. Her şey çok hızlı ilerliyor. Henüz bundan iki hafta önce aldığım bir iş sebebiyle hazırlandığım diğer bütün işleri bırakmak zorunda kaldım iki günlüğüne. Bir günde neredeyse 150 sayfalık bir eseri öğrenip ezberledim, ertesi gün yola çıkıp, kısa bir prova alıp 2 saatlik bir konserde buldum kendimi, hemen sonra eve dönüş için yolculuk ve yarım bıraktığım projelere çalışmaya devam ettim. Bütün meslektaşlarım adına konuşabilirim bu konuda; hazırlık yaparken çılgınca bir tempomuz vardır, çünkü önümüzde hazırlanmamız gereken onlarca proje vardır. O yüzden nasıl geçtiğini anlamayız pek bu sürecin.
İtalya’da komşularımdan bir şikayet aldığımı söyleyemem. Müzisyenlerin evde çalışabilmesi adına yasalarla saat aralıkları ve günler belirlenmiş durumda. Onlara uyduğunuz takdirde rahatsız olsalar dahi anlayış gösterirler, dediğim gibi yasalar sayesinde ‘saygı göstermek zorundadırlar’. Aksine bir gün evde çalışırken bir komşum tarafından kapım çalınmıştı ve: “Uzun zamandır Macbeth çalışıyorsun, bu hafta kocamın ölüm yıl dönümü, Don Giovanni veya Così fan tutte çalışsan olur mu, kocam çok severdi.” demişti.
Şu ana kadar rol aldığınız ve sizde en çok iz bırakan eser hangisi oldu?
İlk Rigoletto temsilimdi. Geçmişte hocam olmuş çok değerli bir isim Rigoletto’yu canlandırıyordu, ben de aynı operadan Marullo’yu. Rigoletto’nun “Cortigiani, vil razza dannata” ariasından hemen önceki klasik sahne:
“Rigoletto kızını aramak için Dük’ün sarayına gider, orada soylularla karşılaşır, soylular Rigoletto ile dalga geçerken Dük’ün odasındaki kadının Rigoletto’nun kızı olduğu anlaşılır ve Rigoletto ariasına başlar.” Bu noktada tam 25 senedir sahnede olduğumu, sahnede hiçbir şeyin kolay kolay dikkatimi dağıtamayacağını söylemem lazım. Rigoletto’yu canlandıran değerli hocam öyle güzel başladı ki ariaya, öyle müthiş bir oyunculuk sergiledi ki… O 4-5 dakika boyunca Marullo’nun ciddi ve alaycı soylu suratını korumaya çalışırken içimden “ağlama, ağlama, ağlama” diye tekrarlamak zorunda kaldım. Aria sonrasında dakikalar süren alkışlar ve ‘bravo’lar sayesinde kendimi toparlayana kadar adeta içime içime ağladım.
Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz?
Ben her türlü duruma hızlıca uyum sağlayabildiğimi öğrendim pandemi sayesinde. Başlarda İtalya’daki yüksek ölüm oranları sebebiyle kaygılıydım fakat sonradan kaygı yerini dikkatli olmaya bıraktı. Burada opera evleri uzun bir süre kapalı kaldı. Bu süreci kız arkadaşımla yeterince iyi yönettiğimizi düşünüyorum. Bol bol kendimize zaman ayırdık, okuyamadığımız kitapları okuduk, filmleri izledik. Çalıştığımız dönemde ortak bir zaman bulamıyorken, pandemi sırasında birlikte spor yapmaya başladık. Kız arkadaşım evden çalışmaya devam ederken ben de sonunda rahat rahat istediğim rolleri keyfi bir şekilde önüme alıp çalışabildim. Yapılan protestolar neticesinde devletin sahne sanatçılarına aylık yardımları oldu ve bu sayede ekonomik olarak da süreci o kadar da zor atlatmadık. Tabi iptal olan projeleri düşündüğümüzde yapılan yardımlar çok küçük miktarlardı. Bu yüzden harcamalarımızı minimuma indirdik, sadece haftada bir defa olmak üzere mutfak alışverişi için dışarı çıkarak dışarıyla teması tamamen kestik. Şanslı bir şekilde henüz virüs bizim eve uğramadı. Aşılarımızı olduk. İkinci tam kapanma dönemi de birinciye benzer bir şekilde geçti.
Opera tarihinde hangi döneme ışınlanmak isterdiniz ve neden?
Daha önce de bahsettiğim, meslektaşlarımızın şimdikine oranla çok daha hafif tempo ile çok daha doğru bir şekilde çalıştığı dönemlere ışınlanmak isterdim kesinlikle.
Operaya yönlenmek isteyen genç müzisyenlere üç tane “altın değerinde öğüt” verecek olsanız, bunlar hangileri olurdu?
Henüz yolun başında biri olarak kendime tekrar edip durduğum şeylerden üçünü söyleyebilirim:
Çevrenizi iyi, sizi düşünen, sizi mutlu eden ve sizin mutlu ettiğiniz insanlarla donatın.
Başınıza kötü olarak düşündüğünüz ne gelirse gelsin, kendinize ve yeteneğinize inancınız varsa asla ve asla vazgeçmeyin. Çalışmanın gücüne inanın.
– Harcadığınız emeği karşılamayan ücrete/maaşa çalışmayın. Size teklif edilen maaş, işverenin size duyduğu saygı ile doğru orantılıdır. Kendinize ve mesleğinize olan saygının kaybolmasına izin vermeyin.
Yakın dönemde sizi Türkiye’de yeniden sahnelerde görecek miyiz peki? Avrupa’daki projelerinizden de söz edebilir misiniz 2022’ye dair?
Yakın dönemde böyle bir teklif olursa ve ben de uygun olursam, neden olmasın. Şimdilik Türkiye planlarımda yalnızca bir yan rolü canlandıracağım, aynı zamanda müziklerinin bana ve Raffi Arslanyan’a ait olduğu, Oğuz Anbarlı yönetiminde gerçekleşecek bir sinema filmi projesi var. Henüz çekim tarihleri belirlenmiş değil.
2022 için henüz kontrat imzalamadığım fakat masada olan, çalışmaya gelecek ay başlayacağım projeler var. Pandemi izin verirse bahar aylarında Treviso Mario Del Monaco’da modern bir operada rol alacağım, yaz aylarını da çok büyük olasılıkla Almanya ve Avusturya’da Rossini’ye ait birkaç opera ile geçireceğim.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.
Ben çok teşekkür ederim.