
SeSshinduo piyano ikilisi 20. yüzyıl müziğinin 4 el piyano eserlerini çalışmak ve yorumlamak üzere 2019 yılında kurulan ve ilk albümü Gate’i Temmuz ayında dijital platformlar üzerinden yayınlayan yeni bir piyano ikilisi. Genç müzisyenler Başak İdil Özen ve Edmon Şar’dan kurulu olan ikili, müzik dünyasında eksik olan kadın-erkek dostluğunu kanıtlayıp, dört el piyanonun yetkin ellerde dünyamıza güzellik katmasını sağlayan çok güzel bir örnek. İkilinin yolları, Marmara Güzel Sanatlar Enstitüsü Müzik/Piyano alanında yüksek lisans yaparken kesişmiş. “Aynı çalgıyı paylaşmak oldukça zor. Piyano üzerinde geliştirdiğiniz bireysel çalma alışkanlıklarınızdan, konfor alanınızdan çıkmanız gerekiyor. Ayrıca yalnızca teknik değil müziğe ve yaşama bakış anlamında da ortaklaşmanız gerekmekte iyi bir ikili olabilmek için” diyen ikili, işte bu zoru başararak dört el piyano performanslarıyla müzik dünyasında çok özlenen bir boşluğu daha doldurmuş oldular.
Başak İdil Özen, müzik eğitimine 9, piyano eğitimine 11 yaşında başladı; lise döneminde Pera Güzel Sanatlar’da piyano ve keman dersleri aldı. 2009 yılında Nazım Hikmet Akademisi Piyano Bölümü’ne girdi. Ayşe Tütüncü ile piyano, Murat Opus ile müzik teorisi çalıştı. 2011-2015 yılları arasında Nazım Hikmet Akademi Korosu’nda görev aldı, yurt içi ve yurt dışında festivallere katıldı. İstanbul Üniversitesi Çevre Mühendisliği’nden mezun olan Özen, 2013 yılında başladığı ikinci lisans eğitimi olan Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik/Piyano bölümünü Ayşe Diriker Sipahi ile çalışarak tamamladı. 2017 yazında Sırbistan-Vranje Piyano Festivalinde Michael Leslie, Aralık 2017’de Satoko Mimura, Nisan 2018’de Wook He Jong, Ekim 2018 ve 2019’da Kyung Sik Yu, Aralık 2019’da Eva Virsik ile masterclass çalışmalarına katıldı. 2018’in Haziran ayında düzenlenen Bilkent Piyano Festivali’nde katıldığı masterclass’larda piyano duo ve solo piyano olarak Eduardus Halim, Boaz Sharon ve Kamerhan Turan ile çalışma şansına erişerek, Festival bünyesinde solo ve 4 el piyano duo olarak konserlerde sahne aldı.
Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Pedagojik Formasyon eğitimini tamamlayan Başak İdil Özen, piyano öğretmenliği yapıyor; 2018 yılında Hyun Sook Tekin’in yüksek lisans oda müziği dersi esnasında şekillenen, kurucusu olduğu Tatavla’dan Ada’ya bünyesinde, icra ve dinleme pratiklerinde yeni yaklaşımlara yönelmek üzerine düzenlenen ev konserlerinde yer alıyor. 20. Yüzyıl müziğine olan ilgisi lisans eğitiminden öncesine dayanan Özen, uzun yıllardır hem teorik hem de performans alanında 20. Yüzyıl müziği üzerine çalışıyor. 2017 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde başladığı yüksek lisans eğitiminde piyano çalışmalarını Doç. Dr. Hyun Sook Tekin ile sürdüren Özen, “Erik Satie’nin Avangard Müziği ve 20. Yüzyıl Müziğine Etkileri” başlıklı tezi ile yüksek onur öğrencisi olarak eğitimini tamamladı.
Edmon Şar ise 7 yaşında Edward ARİS’ten piyano dersi almaya başladı. 2009 yılında kazandığı Mustafa Kemal Üniversitesi Devlet Konservatuarı Piyano bölümünden Ergun Telci ve ardından Valentyna Keremet ile çalışarak 2013 yılında mezun oldu. 2014 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Pedagojik Formasyon eğitimini tamamladıktan sonra müzik öğretmeni olarak çalışmaya başlayan Şar, 2016 yılında piyanist ve besteci Ali Darmar yönetmindeki Masterclass çalışmasına aktif olarak katıldı. 2018’in Haziran ayında düzenlenen Bilkent Piyano Festivali’nde katıldığı masterclasslarda Eduardus Halim Boaz Sharon ve Kamerhan Turan ile çalışma şansına erişerek festival bünyesinde solo olarak konserlerde yer aldı. 2018 yılında Doç. Dr. Hyun Sook Tekin’in yüksek lisans oda müziği dersi esnasında şekillenen Tatavla’dan Ada’ya bünyesinde düzenledikleri ev konserlerinde yer alıyor. 2016 yılında başladığı Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müzik Bölümü yüksek lisans Programını, Doç Dr. Hyun Sook Tekin’den aldığı piyano derslerinin ardından Dr. Öğr. Üyesi İlke Karcılıoğlu danışmanlığında yazdığı tez ile 2019 yılında başarıyla tamamladı.
Debussy, Satie ve Ravel üzerine yoğunlaşmış olan İkilinin en büyük şanssızlığı, çalışmalarının pandemi gölgesinde geçmesi. Şu ana kadar en keyifli konserleri ise, 2020’ye girmeden önceki son konserleri. “Gate’in repertuvarını ilk kez canlı çalmıştık. Ev konseri ortamında eserler hakkında dinleyicilerle konuştuğumuz ve heyecanla çaldığımız ve güzel dönütler aldığımız çok keyifli bir konserdi” diyor İdil Özen. Dört el üzerine atölye çalışmaları yürütme planları olan Özen ve Şar ile müzik yolculukları, gelecek planları, dört el piyanonun avantajları gibi çok farklı alanlarda keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Sizinle gururla paylaşıyorum:
Bu arada, SeSshin Duo’yu desteklemek isterseniz; patreon.com/sesshinpianodu
Merhaba İdil hanım ve Edmon bey. Öncelikle yeni albümünüz için çok tebrik ederim. Sondan başa doğru gidersek, bu albüm fikri nasıl doğdu ve teması neydi?
İdil: Çok teşekkürler. Albüm fikri piyano ikilisi olarak çalışmaya başladıktan sonra kendiliğinden şekillendi aslında. Bireysel olarak hem solo hem de oda müziği alanında kalıcı üretimi de performans kadar önemsiyorum. Bu anlamda özellikle ülkemizde 20. Yüzyıl ve çağdaş yazılı müzik alanında ciddi bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan ikili olarak yolun en başında kendimizi zorlamak ve hem performans hem de konsept albüm açısından kalıcı üretimin peşinde olmak istiyoruz. Albümün temasına gelecek olursam, kısaca zamanda yolculuk yaptığımız bir geçiş hayali. 20. Yüzyılın başlarına dönüş, avangard bestecileri yorumlamaya başlayarak günümüze doğru ilerleyiş, yeniden bir başlangıç…Gate aynı zamanda bizim de yola çıkışımızı simgeliyor.
Edmon: Çok teşekkür ederiz. Bu albüm yapma paylaştığımız aynı düşüncelerin yanında var olmak istediğimiz alanın da aynı olması ve o alana girmek için koyduğumuz bir hedef olarak ortaya çıktı. Teması ise 20. yüzyıldan günümüze müziği sorgulama ve yorumlama üzerine kurulan duo’muzun 20.yy Fransız bestecileri…
Peki yollarınız nasıl kesişti bu uçsuz bucaksız müzik dünyasında? Piyano ikilisi bulmak, o ahengi yakalamak oldukça güç olsa gerek.
İdil: Marmara Güzel Sanatlar Enstitüsü Müzik/Piyano alanında yüksek lisans yaparken tanıştık Edmon ile. Önce yeni dinleme ve icra pratiklerini deneyimlemek üzerine kurduğumuz Tatavla’dan Ada’ya ev konserlerinde solo ya da başka müzisyenlerle oda müziği eserleri performe ettik. Sonrasında iyi arkadaş olduk ve Tatavla’dan Ada’ya daha ziyade dört el eserleri çaldığımız bir yapıya dönüştü ve Sesshin Duo’yu kurduk. Kesinlikle çok güç. Özellikle de aynı çalgıyı paylaşmak oldukça zor. Piyano üzerinde geliştirdiğiniz bireysel çalma alışkanlıklarınızdan, konfor alanınızdan çıkmanız gerekiyor. Ayrıca yalnızca teknik değil müziğe ve yaşama bakış anlamında da ortaklaşmanız gerekmekte iyi bir ikili olabilmek için.
Edmon: Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde yükseklisans yaparken tanıştık. Oda müziği derslerimiz sırasında kurduğumuz Tatavla’dan Ada’ya ev konserlerinin içinde bulunduğumuz çalışmalarla gelişen arkadaşlık ve sonrasında dostluğumuzun yanında fikir ve düşünce uyumu da eklenince kendiliğinden oluştu. Birbirimizi iyi tanımamız, birbirimizle çok şey paylaşmamız ve daha iyiye ulaşmak için yeri geldiğinde eksiklik ya da hataları konuşmak (sadece müzik anlamında değil sosyal hayatımızda dahil) bu uyumu yakalamamızı kolaylaştırdı diyebilirim.
Dört el piyano çalmak hangi açılardan zorlu, hangi açılardan keyifli?
Edmon: Paylaşmak demek istiyorum başta. 4 el hiç çalmamış, tecrübe etmemiş, sadece solo çalmış biri için paylaşmak zor gelebilir. Fakat paylaşmak keyiflidir de beraber aynı takımda oynamak gibi aynı enstrümanı paylaşmak. Takım içinde nasıl ki ben yok biz varız burada da aynı şeyi söyleyebiliriz.
İdil: Bahsettiğim gibi özellikle 4 el çalmak bence oda müziği içerisinde en zoru. Aynı çalgıyı paylaşmak, parmak numaralarını, el pozisyonlarınızı tamamen diğer partiyi düşünerek şekillendirmek. İki partinin bileşimiyle ancak melodilerin, ritmin ve motifin ortaya çıkabilmesi için muazzam bir denge sağlanmalı. Bunun için yeri geldiğinde hem bireysel hem de karşılıklı ciddi bir savaş da verilmesi gerekmekte. Diğer taraftan aynı çalgıda olmanın, puzzle’ın parçası olmanın, çalışma ya da çalışmanın zirve noktası performans sırasında aynı çalgı ile müziği ortaya çıkarmanın, o müziği eşit şekilde paylaşmanın ve en yakından tanıklık etmenin dört el icrasının tüm zorluklarının yanında hiçbir mutluluğa benzemeyen, tarifsiz ve büyülü bir keyfi var.
Peki ikilinizi kurmadan önce başka partnerlerle de dört el piyano çalmış mıydınız?
Edmon: Benim daha önce hiç deneyimim olmadı.
İdil: Evet. Lisans eğitimim öncesinden beri dört el çalmayı deneyimlemekteydim. Hatta hocalarımla çalmak solo çalmaktan çok daha fazla keyif verirdi bana küçükken. Lisans eğitimim boyunca oda müziği derslerinde dört el çalışmayı zorlamışımdır hep. Ayrıca yine hocalarımla hem dört el hem de iki piyano çalıştım. Mezun olduktan sonra ve yüksek lisans eğitimim sırasında çeşitli kişilerle dört el çalıştım, konserlerde çaldım. Benim için 4 el solo kadar değerli ve hayatım boyunca sürdürmek istediğim bir alan.
Dört el piyano için yazılmış eserleri mi tercih edersiniz yoksa var olan eserleri mi o şekilde yorumlarsınız?
Edmon: 4 el için yazılmış eserleri ve 4 el düzenlemesi olan eserleri. 4 el için düzenleme yapmak da isterim 🙂
İdil: Piyano edebiyatı içerisinde dört el eserlerinin sayısı oldukça fazla. Bestecilerin hem besteleme teknikleri hem de müzikal zenginlik açısından çok fazla ilgisini çekmiş bir alan. Bu nedenle istisnalar dışında öncelikle ve özellikle dört el için yazılmış eserleri yorumlamak isteğindeyim.

Bu soru da her birinize. Müziğe olan ilginiz, yatkınlığınız nasıl ortaya çıktı? Ve üzerine nasıl bir eğitim inşa ettiniz?
Edmon: Çocukluğumda evde bulunan klasik müzik arşivlerini karıştırmakla ve kilisede ayinlerde ilahilere klavye ile eşlik edilmesinin etkisi oldu. Hem dinlediğim piyano müziklerini çalmak istemem hem de kilisede çalacak birilerinin olması istenmesiyle (ne kadar da kilisede çalmayı hiç istemesem de) başladı müzik serüveni. 7 yaşında başladım ders almaya ve 10-11 yaşıma kadar sürdü. Derslere başladığım ilk zamanlardan konservatuvar okuma isteğimle, ailemin fikirleri çok ayrıydı. Bu fikir ayrılığı 14 sene süren bir sürenin sonunda bozuldu ve üniversiteyi konservatuvar okumaya ikna edebildim.
İdil: Çocukluğumda annem konserlere götürürdü, ben de büyülenmiş gibi dinlerdim. Erken yaşlardan itibaren özellikle piyanonun ilgimi çektiğini hatırlıyorum. Annem özel ders ile müziğe başlamamı sağladı. Sonrasında daha ciddi bir şekilde piyano dersi almaya başladım. Zamanla piyanonun yanında başka çalgılarla da (keman ve klasik gitar) uzun denebilecek süreler uğraştım. Uzun vadede hepsinin müziği algılamamda, hayatıma geçirmemde ve en nihayetinde öğretmenliğimde katkısı olduğunu fark etmişimdir. Benim avantajım iyi hocalarla çalışmış olmak sanırım, zaman içerisinde çok fazla hoca deneyimledim, her biri müzikte farklı yaklaşım ve bakışa sahipti. Lisans döneminde müzik eğitimime devam ederken Çevre Mühendisliği okudum. Bu süreçte Nazım Hikmet Akademisi Müzik Bölümü’ne de devam ettim. Piyano bölümündeydim, Ayşe Tütüncü ile hem klasik hem de blues/caz türevleri çalışıyorduk, ayrıca derslerde bağımsız ritmik çalışmalar da yapıyorduk. NHA’da Murat Opus ile müzik teorisi çalıştım. Bu iki isim beni en çok etkilemiş müzisyen ve ustalardan olmuştur. Hem mühendislik okumak hem de ciddi bir şekilde piyano çalışmak çok zorlasa da NHA benim için müzikal gelişimi sağlamanın yanında, sanatsal ve toplumsal duruşumu sağlamlaştırmam açısından da gerçek bir okul oldu. Sonrasında Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi piyano bölümünde lisans ve yüksek lisansımı tamamladım. Bu süreçte olabildiğince çok ustalık sınıfına ve festivale katılmaya özen gösterdim.
Katıldığınız ustalık sınıfları müzik becerileriniz üzerinde nasıl bir katkı sağladı?
Edmon: Daha fazla müzikal düşünme ve yorumlamanın yanında o yorumu geliştirebilecek teknikleri de öğrenme ve geliştirme açısından çok yararlı olduğunu söyleyebilirim.
İdil: Farklı ekollerin bir müzik yazısını nasıl farklı algıladığını ve yorum aşamasındaki değişkenlikleri deneyimlememi sağladı. İcracı olarak sınırlılıklarınız ve özgürlük alanlarınızı keşfediyorsunuz. Her bir usta ayrı bir yaklaşım sunar. Kişilikler bile önemlidir bu noktada, ustaların mizaçları, tepkileri… Sırf bu faktörün müziğe yansımalarını gözlemlemek için bile muazzam bir alandır ustalık sınıfları. Ve bence ustalık sınıflarının icracıya katkısı uzun vadede anlaşılır. İcracı daha sonrasında benzer başka eserleri yorumlarken sınırlarını geliştirmiş ve ustalarla çalıştığından süzdüklerini bireysel çalışmasına uygulayabiliyorsa müzikal yorum açısından kazanım elde etmiştir.

İkili olarak en keyifli konseriniz hangisiydi? Aklınızda kalan anekdotlar var mı?
İdil: Bence 2020’ye girmeden önceki son konserimiz. Gate’in repertuvarını ilk kez canlı çalmıştık. Ev konseri ortamında eserler hakkında dinleyicilerle konuştuğumuz ve heyecanla çaldığımız ve güzel dönütler aldığımız çok keyifli bir konserdi.
Edmon: Pandemiden dolayı o kadar konserlerden uzak kaldık ki aklıma sadece pandemi başlamadan önce verdiğimiz ev konseri geldi. Yaşadığımız şu son zamanı da ele alırsak son alkış duyduğumuz konserdi.
Peki dört el piyano çalmanız için size sıradışı bir mekan önerisi yapsalar nereyi tercih edersiniz?
İdil: Budist tapınağında çalmak isterdim.
Edmon: Uzay yolculuğuna çıkan bir rokette çalmayı isterdim :))
İdil hanım siz bir yandan da piyano öğretmenliği yapıyorsunuz. Peki yeni nesil çocuk müzisyenleri kendi neslinizle kıyasladığınızda nasıl farklar söz konusu?
İdil: Şimdi her şey çok hızlı ve benim neslime göre çocuk müzisyenler çok daha hırslı. Müziği içselleştirme yerine sergileme odaklı yetişmekteler. Sıralamanın tam tersi olması gerektiğine inanıyorum. Çağın koşulları ile çocuklar da hep sonuç ve görsellik odaklılar. Ayrıca benim en rahatsız olduğum konu ise, çocuk ve genç konservatuvar öğrencilerinin (gittikçe daha çok) hayatlarını üzerine şekillendirdikleri müziği dinlemiyor oluşları. Benim neslimde müzik eğitiminin bir parçası da dinlemek, konserlere gitmek, klasik müzik ile yaşamaktı. Şimdi gözlemlediğim konservatuvar eğitimi alan çocukların, eğitimini aldıkları müziği dinlemedikleri gerçeği. Bu durum çalgıyı olabildiğince teknik ve içi boş bir virtüoziteye doğru iterken, müziğin anlamı ve işlevinin icracıdaki karşılığını eksiltmekte.
Sosyal medya sizce özellikle yeni neslin klasik müzik becerilerini artırması ve tanınmasında nasıl bir etki doğurdu ve nasıl handikapları / tuzakları barındırıyor?
İdil: Sosyal medyanın tanınırlık açısından katkısı yadsınamaz olsa da herkesin her çaldığını paylaştığı, esasen salt paylaşmak ve beğeni almak üzerine bunu yaptığı bir mecra olduğu sürece, bu durumun biraz önce bahsettiğim müziği içselleştirme meselesi anlamında yozlaşmanın dinamosu olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Özellikle çocuk ve genç yaştaki müzisyenlerin sosyal medya kullanımına çok dikkat edilmeli.
İkili olarak hangi platformlarda sahne aldınız? Hangi ödülleri aldınız?
İdil: Biz çok yeni bir ikiliyiz. Dört el çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra salgın çıktı ve her şey durdu. Çalışmalarımız dahi uzun bir süre sekteye uğradı. Sonra toparladık ve devam ettik. Gate bizim için bu süreçte itici güç ve umut oldu. Henüz çok başındayız. Elbette önümüzdeki dönem içerisinde festivallere ve yarışmalara katılma arzusundayız.
Beraber çalmaktan en çok hoşlandığınız üç besteyi ikinize de ayrı ayrı sormak isterim.
İdil: Debussy, Satie ve Ravel üzerine yoğunlaşmış durumdayız. Birbiriyle hem ilişkili hem de müzikleri çok farklı olan bu üç bestecinin eserlerini çalışmaktan büyük keyif alıyorum.
Edmon: Erik Satie- Trois Morceaux en forme de Poire, Maurice Ravel- Ma mere L’oye ve Philip Glass – The Stoker…
Müzik sizce bir topluma nasıl bir katkı sağlar?
Edmon: Konfüçyüs’ün müzik ile ilgili sözün bu konuya ışık tutması açısında önemli söylemek istiyorum: “Müzik devlet kurar, devlet yıkar”. Başta müzik eğitimi ve sonrasında bunu icra etme ve icra alanı yaratma devletin yapması gereken bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız şu dönemde müziği yok sayan yönetimlerin müzik üzerine söylediklerine bakarsak, toplumun ne kadar sığlaştığını, yozlaştığını, bakış açısının daraldığını, farklı söylem ve fikirlere kapalı kaldığını görebiliriz. Bunların olmaması için sanata ve onun dalı olan müziğe ihtiyacımız var.
İdil: Müzik binlerce yıldır yaşamın içerisinde, insanın en önemli dışavurumlarından biri olmuştur. Ama müziğin tanımı ve toplumsal karşılığı zaman içerisinde, dönemden döneme, türden türe ve işlevine göre başkalaşmıştır. Geçtiğimiz koca bir yüzyıl içerisinde modern yazılı müzikle birlikte, müzik belli bir kavramsal işleve, toplumsal karşılığa ve karşı duruşa sahip olmuştur. Müziğin topluma yarar sağlaması için öncelikle müziğin kamusal alanlarda kullanımının ve performans mecralarının yönetimini elinde tutanların bu duyarlılığı ve sorgulamayı taşıması gerekmekte. Popüler müzikte olduğu kadar “klasik müzikte” de tekelleşme, imkanların ilişkilere dayandırılması, statü ve hiyerarşi gibi kavramlar baskın. Ülkemizdeki festival programlarına, konser mekanlarına bakarsanız göreceğiniz çoğunlukla hep aynı isimler. Programların gittikçe daha çok satış odaklı kurgulandığını, popüler ve tür dışı isimlere yer verildiğini gözlemleyebilirsiniz. Müzikle ilgili yarar bence varlığından ziyade yokluğu ile olacak günümüzde. Yani topluma en büyük yarar bence kitleleri yönlendirilmek, kitleler üzerinde katarsis etkisi yaratmak üzere müzik kullanılmasından, müzikleri belli isimlerle tekelleştirmekten vazgeçilmesi olacaktır. Müziğin tarihsel gelişiminin, anlamının, güncel karşılığının sorgulanarak icra edilmesi ve bunun için yeni mecraların yaratılması gerekmekte. Bu nedenle bizim gibi bağımsız müzisyenlerin sorumluluğu çok fazla.
Yanıtı tahmin etsem de yine de sormak isterim. Müzik tarihi boyunca yaşamayı en çok istediğiniz dönem hangisi ve neden?
İdil: 1900’ler başı Paris. Modernizmi doğuran o muazzam yaratıcı ve isyankâr dönemde sanatın bir parçası olmayı çok isterdim.
Edmon: 19.yy sonu ve 20. yy başı. 1898 yılında Alman müzik kayıt şirketi Deutsche Grammaphone, 1929 yılında ise İngiliz kayıt şirketi Decca’nın kurulmasıyla müzik yayınlama ve dağıtmı ilk kez yapılmaya başlanması nedeniyle.
Debussy, Satie ve Ravel üçlüsünün sizin açınızdan önemi, ayrıcalığı nedir?
Edmon: Müziğin devrimcileri olmaları…
İdil: Modern müzik kavramı açısından kopuşun en önemli ilk örneklerini Fransız bestecilerinde görebileceğimiz için, dönemin birbiriyle yakın ilişkisi olan en aykırı 3 Fransız bestecisi olduklarından çok önemliler.
Peki üçü de zaman tünelinden geçip sizin albümünüzü dinlese ilk yorumları ne olurdu? Ne olmasını isterdiniz?
Edmon: Birbirlerini eleştirdikleri gibi bizi de eleştirirlerdi diye sanıyorum 🙂
İdil: Satie’nin beni izlediğini ve bir şekilde gördüğünü düşünüyorum zaten. 🙂 Çok zor bir soru. Ama Gate’i dinleme imkanları olsaydı, gülümseyeceklerini düşünüyorum. Özellikle çıkış noktamızı ve Sesshin’in varlık sebebini öğrendiklerinde eserlerini seçmemizi doğru bulacaklarını da.
Yurtdışında başka müzisyenlerle de ortak projeler geliştirdiniz mi?
İdil: Henüz çok yeniyiz. Ama yabancı müzisyenler ya da ustalarla karşılaşmayı, çalışmayı çok istiyoruz.
Peki yakın döneme dair projeleriniz, hayalleriniz neler?
Edmon: Daha fazla konser yapmak, bununla birlikte tecrübe kazanmak ve günümüze kendi müzik dilimizi oluşturarak ulaşmak…
İdil: Yakın dönem için isteğimiz; Gate’i çok fazla seslendirmek ve canlı olarak olabildiğince çok paylaşmak. Bunun yanında yeni eserler çalışmaya devam edeceğiz. Dört el üzerine atölye çalışmaları yürütme planımız var. Ve ayrıca üretimlerimizle birlikte 20. Yüzyıl ve çağdaş müzik üzerine eleştirel bir paylaşım/gelişim/tartışma ortamı yaratmayı, ülkemizde sanatsal müziğin evriminin güncel gidişatında bilinçli bir konum almak ve yönünü biraz olsun başka bir tarafa evriltmektir hayalimiz.
Son olarak, bu güzel düonuzun “süpergücü” nedir sizce?
İdil: Karşı çıkış.
Edmon: Konuşmak, ne kadar da sert olursa olsun kızmak, yermek için değil daha iyi olması için…