Başarılı trompet sanatçılarımızdan Ömer Dağaşan: “Trompet ‘güç’tür. Tek bir çalgı 100 kişilik orkestra ve 100 kişilik koroyu arkasına alıp kendini duyurabilir”

Murat Dürüm

1991 yılında İstanbul’da doğan Ömer Dağaşan, opera sanatçısı olan babası Kenan Dağaşan’ın yönlendirmeleriyle beş yaşında müzik eğitimine piyano ile başladı. 2002 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nı kazanarak Prof. Reşit Erzin’in viyolonsel sınıfına kabul edildi.

2012 yılına kadar süren viyolonsel eğitimine Önce Dilbağ Tokay ile başlayıp ardından Prof. Reşit Erzin ile sürdüren Dağaşan, müzik eğitiminin ilerleyen yıllarında trompet sanat dalına geçmeyi hedefleyip 2014 yılında yoğun çalışmaları sonucu üniversitenin lisans devresi trompet sanat dalına kabul edildi.

Kariyerini trompete yönlendiren ise, okul orkestrasında çalınan Ulvi Cemal Erkin’in ‘Köçekçe’ adlı eseri olmuş. Ancak bunu bir “keşke” olarak nitelendirmiyor genç sanatçı ve “uzun süren viyolonsel eğitimimin, trompet çalımımda çok farklı bir etki yarattığını söylemem gerekir. Viyolonsel gibi insanın ruhuna işleyen romantik bir çalgıdan trompet gibi kararlı ve güçlü bir çalgıya geçmiş olmam bu ikisini sentezleyip müziğime yansıtmama sebebiyet verdi” diyor.

Dağaşan, 2019 yılında trompet sanat dalının lisans devresinden pekiyi derece ile mezun oldu.

2015-2020 yılları arasında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda, 2016-2022 yılları arasında Cemal Reşit Rey Senfoni Orkestrası’nda, 2017-2021 yılları arası Borusan Filarmoni Orkestrası’nda ve 2017 yılında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda misafir sanatçı olarak birinci trompet rahlesi dahil olmak üzere tüm rahlelerde görev aldı.

Dağaşan 2021 yılında katıldığı sınavı kazanarak İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde Trompet sanatçısı olarak göreve başladı ve halen bu görevini çok başarılı bir şekilde sürdürüyor.

Orkestra’da gösterdiği başarı kurum tarafından dikkat çekince kendisine 6 aydır çalıştığı kurum içerisinde 1 tane orkestra önünde olmak üzere 5 solo konser görevlendirmesi verildi.

Orkestracılığının yanı sıra solist kariyerini de devam ettiren Dağaşan, şef Gürer Aykal, Rengim Gökmen, Ender Sakpınar, Oğuzhan Balcı, Alexander Rahbari, Leif Segerstam, Sascha Goetzel, Howard Griffiths, Lior Shambadal, Antonio Pirolli, Alessandro Cedrone, Raoul Grüneis, Roberto Gianola, Josef Suilen, Theodore Kuchar yönetimindeki konserlerde görev aldı.

İstanbul Senfoni Oda Müziği Topluluğu ve Golden Horn Brass oda müziği gruplarıyla 2016-2020 yılları arasında konserler veren genç trompet sanatçısı, 2020 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın yüksek lisans sınavını kazanıp tez döneminde olup trompet repertuvarı üzerine eser metni çalışmalarını gerçekleştiriyor.

Uzun vadede trompet eğitimi sürecinde kazandığı tüm bilgi ve birikimlerimi geleceğin trompetçileri olacak öğrencilerle paylaşmak üzere çalışmalar gerçekleştirmeyi hedefliyor.

Kendisini tanımanızı özellikle çok isterim çünkü tüm mütevaziliğine rağmen son dönemde alanında başarı skalasını sürekli ve kararlı adımlarla yükselten değerli genç müzisyenlerimizden birisi kendisi…

Ömer bey, opera sanatçısı bir babanın oğlu olmak nasıl bir duyguydu? İsterseniz hikayenizin en başından başlayalım. Sanırım müzikle ilgilenmek dışında bir seçeneğiniz yoktu böyle güçlü bir müzik kültürünün ortasında

Babam Kenan Dağaşan’ın yanı sıra dayım Hasan Alptekin ve eşi Nazlı Alptekin’in de opera sanatçıları olmaları, kendilerinin İstanbul ve İzmir Devlet Opera ve Balelerindeki görevleri dolayısıyla tüm çocukluğum opera temsilleri ve provalarının yanı sıra işin mutfağı olan orkestra çukuru, sahne arkası ile konser salonları içinde geçti diyebilirim. Çocukluğumdan beri bana hiç de yabancı olmayan bu ortamın içinde büyümüş biri olarak bu mesleği seçimimde ailemin her zaman büyük desteği ve rolü oldu. Bu ortamdan öylesine etkilenmiş olmalıyım ki ilk adımlarımı attığımda gittiğim yön evimizdeki piyanomuz olmuş.

İlk başta viyolonsele yönelmenizdeki temel motivasyonlar ne oldu?

Bugün halen devam etmekte olan sistemde konservatuvar yetenek sınavları iki aşamada gerçekleşiyor. İlk aşaması olan duyuş sınavının ardından seçilen öğrenci adayları, tüm çalgı hocalarının bulunduğu bir jüri karşısında ikinci aşamaya geçer. Bu aşamada öğrenci adaylarının fiziki özellikleri göz önünde bulundurularak bir değerlendirme söz konusu olur. Tam bu noktada çok değerli viyolonsel hocamız Prof. Reşit Erzin beni görmüş, parmaklarımın viyolonsel çalmaya uygun olduğunu söylemiş ve bu çalgıyı isteyip istemediğimi sormuştu. Ne güzel bir tesadüftür ki sınava girmeden önce babam da gönlünden geçenin benim viyolonsel çalmam olduğunu söylemişti. Bunun üzerine viyolonsel çalacağımı öğrenince çok mutlu olmuştum.

Peki müzik eğitiminizin ilerleyen yıllarında trompete yönelmeniz nasıl gerçekleşti? Kalbinizin asıl bu enstrümandan yana çarptığını nasıl fark ettiniz?

Okul orkestrasında Ulvi Cemal Erkin’in ‘Köçekçe’ adlı eserini seslendirirken ben de viyolonsel grubunun içerisinde yer alıyordum. Eserde yer alan trompet sololarının ilkini duyduğum an çok etkilenmiş ve aylarca keşke o soloyu ben çalıyor olsaydım diye düşünmüştüm. Trompetin tınısının yansıttığı zengin ses rengi ve parlaklığının yanı sıra beni en çok etkileyen lider ruhu oldu. Öyle ki bu ruh ve güç bana kendimi bulmamı sağladı diyebilirim.

Bunu fark ettiğim yaşım lise çağının başı olduğundan çalgı değişimi (hele ki trompet gibi zor bir bakır nefesli saza geçiş yapabilmem) çok mümkün gözükmüyor hatta fikrine danıştığım neredeyse tüm büyüklerim ve hocalarım bunun olamayacağını söylüyordu. Bu işin benim için hayal kırıklığıyla bitmiş olduğunu zannetsem de hala viyolonselle devam ettiğim üniversite yıllarında içimdeki trompet aşkının engellenemez derecede benimle olduğunu fark ettim. Bu noktada bir karar vermem gerekiyordu. Ya on yıldır bildiğim işi yapmaya devam edecektim ya da hiçbir güvencesi olmayan hayallerimin peşinden koşacaktım.

Murat Dürüm

Trompet sanatçılığına geç başlamanız herhangi bir zorluk doğurdu mu ve doğurduysa bu zorlukları nasıl aştınız?

Trompet sanat dalı öğrencisi olabilmek için seviye sınavına girmeye karar verdiğimde sınav tarihine beş ay kalmıştı. Okulumuzun trompet hocalarından biriyle bu kararımı paylaşıp beni sınava hazırlamasını rica ettiğimde o da herkes gibi bunun mümkün olmadığını ve benimle ilgilenerek diğer öğrencilerin zamanından çalamayacağını söyledi. Bunu duyduktan sonra bile pes etmedim ve trompet çalan arkadaşlarımdan alabileceğim tüm bilgileri alıp kalanını internet aracılığıyla izlediğim ders niteliğindeki videolardan ve diğer kaynaklardan edinmeye çalıştım. Önümde bulunan beş ayda üniversite seviyesi vermem gerektiğinden, normal üstü bir çalışma temposu izlemem gerekiyordu. Ancak bakır üflemeli çalgılarda çalma kondisyonun yıllar içinde diğer çalgılara göre çok daha ağır geliştiğini fark ediyordum (hala daha gelişmeye devam ettiğini söyleyebilirim). Yani yaşıtım bir trompetçi uzun yıllardır bu kondisyonu geliştirdiği için günde 4- 5 saat çalışabiliyorken benim için 10-15 dk çalışmak bile epey güç oluyordu. Bunu fark ettiğimde insan anatomisi ve kas bilimi üzerine erişebildiğim tüm kitaplara ve kaynaklara ulaşmaya çalıştım. Dudak kaslarımı ertesi gün çalışamayacak hale getirmeden nasıl azami verimi alabileceğimi aramaya başladım. Hala daha hocasız ve kendi kendime çalışmaya devam ettiğim ikinci ayımda okulumuzun bir diğer trompet hocası olan Öğr. Gör. Utku Akyol’a konuyu açtım. Sadece iki aydır trompet çalan ve üç ay sonra üniversite seviyesinde sınav verecek bir kişiye inandı ve tüm bilgi birikimini açık yüreklilikle benimle paylaştı. Kendisiyle sadece çalışma sürelerimiz değil günün geç saatlerinde bile kafama takılan ve çözmeye çalıştığım soruları tartışıyor ve ondan öğreniyordum. Kendisi aynı zamanda benim hayat koçum olmuştur diyebilirim. Bu sürecin sonunda girdiğim sınavdan başarı elde etmiş, jüri üyelerinin taktirini toplamıştım.

Geç yaşta başlamamın bir diğer zorluğu ise ülkemizde son derece kısıtlı olan iş imkanlarının sadece birkaç senedir trompet çalan birine sunmanın pek mümkün olmayışıydı. Trompet çalmadığım yılların açığını kapatmak adına okula kabul edildiğim ilk günden mezun olduğum son güne kadar tek bir yaz tatili dahi yapmadan tüm hayatımı çalışmaya adamış, fiziken çalışamayacak hale geldiğimde ise okuyarak, izleyerek ve dinleyerek kendimi geliştirmeye devam etmiştim. Resmi olarak trompet sanat dalının öğrencisi olduğumun ikinci yılında müzisyenliğine çok güvendiğim sevgili dostum İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın değerli trompet sanatçısı Timuçin Abacı’dan o sırada çalıştığım repertuvarı dinlemesini rica ettim. Ve o da geçirdiğim tüm bu süreçlerin yakın şahitlerinden biri olarak gelişimimi taktir edip çalışıma değerli yorumlarını kattı. Trompetteki başarıma inanmış olacak ki beni İDSO’ya sunmuş ardından kurum tarafından misafir sanatçı olarak davet almaya başlamıştım. İDSO’yla birlikte verdiğim 50’yi aşkın başarılı konserlerin ardından trompetçi olarak kabul görmüş ve sonrasında CRR Senfoni Orkestrası, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve İzmir Devlet Senfoni Orkestrası başta olmak üzere ülkemizin önde gelen birçok orkestrasında görev almaya başlamış ve çok değerli şeflerle çalışma fırsatı yakalamıştım. Tam da burada tüm bu süreçteki zorlukları atlatmama can-ı gönülden yardımcı olan Utku Akyol ve Timuçin Abacı’ya bir kez daha teşekkürlerimi sunmak isterim.

Murat Dürüm

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, sizin kariyerinizde nasıl bir yere ve öneme sahip?

En başta belirttiğim üzere babamın İDOB sanatçısı olması ve benim oradaki çevreyle büyümüş olmam zaten kendimi bu ailenin bir parçası olarak hissettiriyordu. Ayrıca yine çocukluğumdan bu yana gelen klasik müzik kültürüm senfonik yapıtlardan daha çok opera eserlerinden oluşuyordu. Her ne kadar yıllarca senfoni orkestralarında çalışmış olsam da çocukluğumdan gelen bu altyapıyla her zaman bir opera orkestrasında yer almak istiyordum.

Çocukluğu İDOB ile eski AKM koridorlarında geçen biri olarak İDOB üyesi olarak çaldığım ilk temsilin yeni AKM’nin açılışı olması benim için tarif edilemeyecek büyük bir maneviyata sahiptir. Bu noktada özellikle belirtmek isterim ki İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin orkestra sanatçısı olmak benim için çok büyük bir gururdur.

Trompet repertuvarında son dönemde hangi eserler ve dönemler üzerine çalışıyorsunuz?

Belirli bir resital ya da solo konserim olmadığı taktirde her gün düzenli olarak teknik ve kondisyona yönelik egzersizler yapmayı tercih ediyorum. Ancak bir resital programı oluştururken beğendiğim repertuvar, daha çok içerisinde 20. yy bestecileri barındıran A. Arutiunian, A. Pakmuthova, V. Kazandjiev gibi bizim kültürümüze daha yakın bulduğum ve tutkularını hissettiğim eserler oluyor.

Peki trompet eğitiminde yurtdışında önde gelen okullar / ülkeler hangileri?

Genel olarak klasik müziğin ana vatanı Avrupa’dır diyebiliriz. Günümüzün sağladığı imkanlar sayesinde birçok eğitimcinin sadece kendi ülkelerinde değil Avrupa’nın hatta Amerika’nın da çeşitli yerlerinde eğitim verdiğini görüyoruz. Bu yüzden özel olarak bir okul ya da bir ülke belirtmektense öğrencinin çalışmak istediği hocanın hangi okulda olduğunu takip edip, orayı tercih etmesinin yararlı olacağını düşünüyorum. Şu anda Almanya, içinde barındırdığı yorumcular, orkestralar ve eğitmenler ile başta geliyor diyebiliriz. Ama altını çizmek isterim ki önemli olanın okul ve ülkeden ziyade hoca olduğunu düşünüyorum.

Bir trompet sanatçısı sağlığında nelere dikkat etmeli Ömer bey? Siz müzisyen sağlığı açısından neler yaparsınız?

Her şeyden önce nefesli çalgı icracısı olarak ciğer ve kardiyovasküler sağlığımız en ön plandadır. Bu yüzden düzenli olarak spor ve egzersiz yapmak mecburiyet gibi bir noktadayken aynı zamanda gerçekten bir sporcu gibi beslenmek, mesleğimizde büyük bir önem taşımaktadır. Bunun yanında genel anlamda dudak kuruluğuna veya şişmesine sebebiyet verecek gıdalardan uzak durmaya çalışıyor ve kış aylarında fazla soğuğa maruz kalan dudaklarımızın çatlamasını engellemek adına koruyucu kremler kullanıyoruz.

Kariyerinizde “keşke”leriniz var mı?

Muhtemelen aklınıza ilk gelen keşke trompete daha erken başlamış olsaydım gibi bir yanıt vereceğim olsa da aksine uzun süren viyolonsel eğitimimin, trompet çalımımda çok farklı bir etki yarattığını söylemem gerekir. Viyolonsel gibi insanın ruhuna işleyen romantik bir çalgıdan trompet gibi kararlı ve güçlü bir çalgıya geçmiş olmam bu ikisini sentezleyip müziğime yansıtmama sebebiyet verdi.

Genel anlamda müzisyenler açısından bakıldığında bir müzisyenin başarısında çalışmak ile yetenek arasında nasıl bir etkileşim vardır ve hangisi nihai sonuç üzerinde ağır basar sizce?

Babamın bir lafı vardır; Yetenek sanatçının en büyük düşmanıdır. Çok yetenekli olan bir kişi idealize ettiği sonuca varmak için diğerlerinden daha kısa zaman harcayarak bunu gerçekleştirebilir. Ancak bu tehlikeli bir çizgidir. Yeteneğine güvenip çalışmayı ihmal eden birçok müzisyen tanıdım. Bunun ideali yetenek ve çalışmanın birleştirilerek kararlılıkla devam ettirilmesidir. Viyolonsel eğitimim sırasında yeteneğime güvenip çalışmamı aksattığım dönemlerim olmuş ve gerçekten sadece yeteneğin bizleri bir yere kadar taşıyabildiğini deneyimlemiştim. Her yetenekli müzisyen her istediği noktaya ulaşamaz ama yeterince ve doğru çalışan herkes hedeflerine ulaşabilir diye düşünüyorum.

Benim açımdan bu sorunun yanıtı Ibrahim Maalouf, ama sizin de yanıtınızı öğrenmek isterim. Çağdaş trompetçiler arasında sizi en çok heyecanlandıran, tekniğini takip ettikleriniz kimler?

Günümüz trompetçilerinden bir isim vermem gerekirse bu isim kesinlikle Adam Rapa olur. Kendisini geçmişten günümüze gördüğüm en müthiş tekniğe, güce, hakimiyete ve esnekliğe sahip kişi olarak görüyorum. Hem trompetin tüm sivriliğini ve parlaklığını kimsenin yapamadığı şekilde kullanıp hem de bir obua kadar yumuşak ve zarif çalabilen bir yapıya sahip olması beni çok etkiliyor.

Peki Türkiye’de çocuklar arasında trompete olan ilgi ne düzeyde sizce? Yeterince bilinen, tercih edilen bir enstrüman mı?

Maalesef ülkemizde bakır çalgılara olan ilgi epey az. Trompet diğer bakır çalgılara göre daha çok bilinen olsa da yine de herkesin bildiği klarnet, keman, piyano ve gitar gibi popüler bir çalgı değil. Bunun sebebini hem kültürel olarak müziklerimizde yeri olmamasına hem de çalgının doğası gereği diğer çalgılara göre daha geç bir sürede hakimiyet oluşturmasına bağlıyorum.

Bir orkestrada trompetin yerini vazgeçilmez, özel kılan nedir sizce?

Güç… Düşünsenize tek bir çalgı 100 kişilik orkestra ve 100 kişilik koroyu arkasına alıp kendini duyurabiliyor. Eğer bir besteci olarak dinleyiciyi heyecanlandırmak, ürkütmek, uyandırmak ya da dağılan dikkatini toplamak istiyorsanız trompete üst ses bölgesinden birkaç nota yazmanız yeterli olacaktır.

Son olarak, yakın dönem projeleriniz ve kendilerinize dair uzun dönem hayallerinizi okurlarla paylaşabilir misiniz?

Halihazırda çalışmakta olduğum kurumum İDOB ile birçok temsilimiz ve konserimiz olacak. İşimi layığıyla yerine getirmek için elimden geleni harcayacağım zamanın yanında MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda tez döneminde olduğum yüksek lisansımı tamamlayıp doktora çalışmalarıma başlamak ve bu sezon içerisinde İDOB orkestrasıyla gerçekleştirdiğim oda müziği ve orkestra solisti olarak yer aldığım konserlerimin devamını getirmeyi planlıyorum. Uzun vadede ise trompet eğitim sürecimde kendi kendime öğrenmek zorunda kaldığım ve çektiğim tüm zorlukları aşmama yardımcı olan tüm bilgi ve birikimlerimi geleceğin trompetçileri olacak öğrencilerle paylaşmak üzere çalışmalar gerçekleştirmeyi hedefliyorum.

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s