Genç bir müzisyenin kendini piyanonun başında nasıl bulduğunu ve kendini nasıl yeniden keşfettiğini anlatan gerçek hikâyeler, beni oldum olası derinden etkiler. Uzun zamandır bu köşede genç müzisyenlerin yolculuklarına yer vermiyordum; ta ki geçtiğimiz hafta gelen bir e-posta, beni yeniden bir hikâyenin içine çağırana kadar.
O hikâye, 19 yaşındaki piyanist Özgür Taner’in hikâyesi.
TRT İstanbul Radyosu’nun değerli mey sanatçısı Yaşar Taner’in oğlu…
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda tam on yıl süren bir eğitimin içinden geçmiş, Batı müziğini de, Türk musikisinin disiplinini de kendi sesine katmış; düşmüş, yeniden kalkmış, eleştirilerin içinden yolunu bulmuş bir genç.
Sonra bir gün, Macaristan’da bir masterclass’ta karşısına dünyaca ünlü piyanist Maria Meerovitch çıkıyor. Birkaç dersten sonra başlayan o bağ, Adana’da yeniden filizleniyor, ekranların iki ucunda aylarca sürüyor. Ve bir gün Meerovitch ona dönüp şunu söylüyor:
“Eğitimine benimle devam etmelisin.”
Bu, bir gencin yalnızca yeteneğinin değil, kararlılığının ve dirençli ruhunun da teyidi. Ve geçtiğimiz günlerde Özgür, İtalya’daki Accademia Perosi sınavını kazanarak yepyeni bir dünyanın kapısını araladı.
Onun hikâyesi yalnızca bir başarı öyküsü değil; genç bir insanın kendini bir enstrümanın başında yeniden bulmasının, yeniden kurmasının hikâyesi.
Şimdi o hikâyeye daha yakından bakıyoruz.
Haydi, Özgür’ün yolculuğuna birlikte eşlik edelim.

Piyanoyla ilişkin nasıl başladı? “Ben bu yoldan gideceğim” dediğin an tam olarak ne zaman yaşandı?
Net olarak hatırlayamıyorum. Fakat öncesinde, hayatımda hiçbir alana tam bir dikkatle bağlanamamıştım. Evde öylece duran o klavyenin başına geçtiğimde ise durum değişti. Saatlerce başında duruyordum ve etrafımdaki her şeyi unutuyordum. Ailem, ilk defa bir şeye tüm zihnimle kendimi adadığımı işte o zaman fark etmiş. Piyano, benim için odağın ve tam teslimiyetin alanı oldu.
“Ben bu yoldan gideceğim” dediğim kesin an, ironik bir şekilde bir başarısızlıkla gerçekleşti. Ortaokuldayken, müzikle hiç alakası olmayan kötü bir not, içimde güçlü bir tepkiye neden oldu. O kötü hissi, o hayal kırıklığını bir daha yaşamak istemedim. Bu deneyim, beni piyanoya ve müziğe daha sıkı sarılmaya, bu alanda asla pes etmeyeceğime dair net bir kararlılığa iten asıl dönüm noktası oldu. Başarısızlık korkusu, benim en büyük motivasyon kaynağım haline geldi.
Çocukluk yıllarında seni müziğe çeken duygu neydi? Müzik senin için ilk etapta bir oyun mu, kaçış mı, ifade alanı mıydı?
Açıkçası, ilkokuldayken öyle pek arkadaş edinebilen, sosyal bir tip değildim. Kendimi ifade etme konusunda da çok beceriksizdim. Hep içimde bir şeyler birikirdi ama nasıl dışarı çıkaracağımı bilemezdim. O yüzden de kendimi biraz yalnız, biraz dışlanmış hissederdim.
İşte tam o dönemde, piyano hayatıma girdi. Benim için ilk başlarda tam bir kaçıştı diyebilirim. O tuşların başına oturduğumda, sanki dünyanın kapısı kapanıyor, sadece ben ve sesler kalıyordu. Kimsenin beni yargılamadığı, yanlış anlamadığı bir yerdi.
Piyano, benim o içimde biriken karmaşık hislere bir ses verdi. Zamanla, sadece bir kaçış olmaktan çıktı. O tuşlar, benim kendimi keşfetme biçimim oldu. Konuşarak anlatamadığım her şeyi, müziğin diliyle söylemeye başladım. Artık o dışlanmışlık hissi kalmamıştı. Kendimi ifade etmenin, var olmanın yolunu piyano sayesinde buldum. Yani, hem kaçış hem de kendimi bulma diyebilirim.
Bir yandan Batı müziğine dair bir enstrümanı icra ediyorsun. Bir yandan da Türk musikisi alanında önemli bir deneyim kazandın. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda 10 yıl geçirmek nasıl bir deneyimdi? Seni en çok dönüştüren an veya kişi kimdi?
İTÜ TMDK’da geçirdiğim on yıl, Batı müziği ile Türk müziği disiplinlerini öğrenmeyi gerektiren son derece zorlu ama kaçınılmaz bir deneyimdi. Bu süreç, akademik bir eğitimden çok kendi sanatsal kimliğimi bulmak için çok değerli hocalarım rehberliğinde verdiğim bir mücadeleydi. Her zaman yanımda olan, beni ayakta tutan ve yolumu aydınlatan Ahmet İslam Toz (Batı müziği) ile Kemal Hasan Karnal (edebiyat) hocalarımın desteği ve insani yaklaşımları olmasaydı bu zorlu süreci tamamlayamazdım. Beni en çok dönüştüren şey, bu kıymetli insanlardan gördüğüm samimi rehberlik oldu.

Bu süreçte vazgeçmek istediğin anlar oldu mu?
Asla. Başlangıçta beni motive eden temel unsur, tamamıyla bireysel bir hırstı. Ancak profesyonel ve kişisel gelişimim ilerledikçe, hırsın sınırlı bir itici güç olduğunu anladım. Benim için hırs, sadece bir yakıt işlevi gördü, belirli bir noktaya kadar taşıyabildi fakat devamlılık ve kalıcılık sağlayamadığını farkettim. Hedefe ulaşma yolculuğumda edindiğim tecrübeler ve kazanımlar varılan sonuçtan çok daha fazla şey kattı bana. Bu süreçte öğrendiklerim kalıcı ve belirleyici oldu benim için.
Dünyaca tanınan piyanist Maria Meerovitch ile ilk karşılaşmanı hatırlıyor musun? Ders boyunca seni en çok şaşırtan veya etkileyen ne olmuştu?
Dürüst olmak gerekirse, pek çok insanın anlattığı gibi, bu tanışma hikayesi klasik bir ustalık sınıfı karşılaşması değildi. Budapeşte’de katıldığım her masterclass’tan olumsuz yorumlarla ayrılıyordum. Her hoca, büyük bir özveriyle hazırlandığım tekniklerimin yanlış olduğunu söylüyordu. O anlar benim için bir yıkımdı; kendimi o kadar hazır hissetmeme rağmen, sürekli eleştirilmek beni tamamen çökertmişti.
Maria Meerovitch ile ilk dersime girdiğimde ona tek bir cümle söyledim: “Bana piyano çalmayı öğretir misiniz?” Hiç tereddüt etmeden, hiçbir soru sormadan beni onayladı.
Bana söylediği ilk sözler şunlardı: “Düşmekten korkma; zirveye tırmanışın yolu budur.“
Ardından ekledi: “Şu an düşebileceğin en alçak yerdesin. Bir okyanusun dibindeysen, gideceğin tek yol yukarıdır.” Bu sözlerin ardından, beni oracıkta, o sınıfta piyanoya adeta sıfırdan başlattı. Hayatımda elini taşın altına sokan tek kişi Maria Meerovitch oldu. O andan itibaren o, benim için sadece bir öğretmen değil, artık bir idoldü.
Benim gerçek hikayem orada başladı. Hâlâ yukarıya doğru tırmanıyorum ve sonu olmayan, mükemmel bir yoldayım. Çünkü, müzik bir ömür için yeterlidir; ancak bir ömür müzik için asla yeterli değildir. (Sergei Rachmaninoff)
Meerovitch’in “eğitimine benimle devam etmelisin” demesi sende nasıl bir duygu yarattı? Sorumluluk baskısı mı, yoksa güç veren bir çağrı mı hissettin?
Tamamen güç veren bir çağrıydı. Bu sözlerinden sonra düşündüğüm ilk şey, hayalime elimi uzatsam ulaşabilecek gibi hissetmemdi. İlk defa bu kadar yakın hissettim. Bu teklif, benim için bir sorumluluktan ziyade, yıllardır peşinden koştuğum amaca ulaşma yolunda atılmış en somut adımdı.

Bir ustanın seni seçmesi, hatta bizzat davet etmesi… Böyle bir onayı 19 yaşındaki bir genç nasıl taşıyor? Senin samimi duygularını da öğrenmek isteriz.
Bu, öyle derin bir duyguydu ki, o güne kadar yaşadığım tüm zorlukları, tüm hayal kırıklıklarını unutturdu. Geriye dönüp, kalpten bir nefesle “İyi ki, binlerce kez iyi ki tekniğimi yeniden inşa etmeye başlamışım” diyebilme huzurunu yaşattı. O davet, sadece kariyerimde bir kapı açmakla kalmadı, aynı zamanda içimde artık sarsılmaz bir yere sahip olan, yola devam etme cesaretini de yükledi. Bir ustanın size inanması, kendi kendine inanmaktan çok daha güçlü bir destekmiş.
Bu süreçte Türkiye’den yurtdışına “yetenek göçü” tartışmalarına nasıl bakıyorsun? Kendini o tartışmanın neresinde görüyorsun?
Türkiye’de klasik müzik icrası yapılmalıdır, ancak bu durum, mevcut kültürel ortamda kendimizi oldukça zorlu bir konumda bulmamıza neden oluyor. Bu durumu, tabiri caizse, ait olmadığı bir ekosistemde üretim yapmaya benzetiyorum.
Kendi pozisyonuma gelirsek, müzik camiasının sanatsal üretimden uzaklaşarak giderek politikleşmesini ve kutuplaşmasını asla doğru bulmuyorum. Bu durum, sanatın evrensel dilini gölgelemektedir. Dolayısıyla, kendimi bu tartışmanın politik veya coğrafi bir parçası olarak görmektense, sanatsal ifademi daha rahat, özgür ve kapsayıcı bir ortamda gerçekleştirmeyi tercih eden bir noktada konumlandırıyorum. Sanatın öncelikli olduğu bir alanda var olmak benim için esastır.
Müzik yolculuğunda seni en çok zorlayan neydi? Rekabet, döviz kuru, kendini ispat baskısı gibi?
Beni en çok zorlayan faktörler, başlangıçta doğrudan akademik hayatımdaki eğitim eksiklikleri ve yapısal boşluklar oldu. Bu temel eksiklikleri gidermek ve sağlam bir temel oluşturmak, uzun bir süre en büyük mücadelemi teşkil etti.
Ancak, belirli bir teknik seviyeye ulaşıp profesyonel alanda ilerlemeye başladığımda, zorluğun şekli değişime uğradı. Eksiklikleri telafi etme çabası, yerini yüksek standartları karşılama ve bu seviyeye layık olduğunu kanıtlama ihtiyacına bıraktı. Öğrenci olmama rağmen, uluslararası arenanın gerektirdiği rekabetçi ortamda kendime yer açmak ve bu yolda sürekliliği sağlamak, yolculuğumun ilerleyen aşamalarındaki en belirgin itici ve baskı unsuru haline geldi.
Peki, zorlandığın dönemlerde yola devam etmeni sağlayan motivasyon neydi?
Zorlandığım anlarda yola devam etmemi sağlayan motivasyon, oldukça kişisel ve içsel bir mekanizmaydı. Çocukluğumdan beri zihnimde bir karakter yarattım; bu karakter, beş yıl, on yıl sonra ulaşmak istediğim ideal benliğimdi.
Ne zaman bir zorlukla karşılaşsam veya duraksasam, hemen kendime şunu sorardım: “O kişi, yani olmak istediğim ben, bu durumda ne yapardı?”
Bu ileriye dönük vizyon, benim için sürekli bir itici güç oldu. İronik olan şu ki, ona her yaklaştığımı hissettiğimde, o kişi bir adım daha ileri gidiyor ve ulaşılması gereken çıtayı yükseltiyor. Bu durum, benim daima dinç, zinde kalmamı sağlıyor. Motivasyonumu yüksek tutuyor. Yola devam etmemin anahtarı, sürekli olarak peşinden koştuğum o ideal benliğin rehberliğidir.
Accademia Perosi sınav süreci nasıldı? Sınav salonunda ve sınav sırasında neler hissettin?
Sınava girdiğim anlarda başlangıçta oldukça sakindim. Ancak yavaş yavaş üzerimde büyük bir stres oluşmaya başladı. Bu stresin kaynağı, başarısız olma korkusundan ziyade, geri dönmek istememekti. Accademia Perosi’ye ve bu ortama o kadar çok ait hissetmiştim ki, bu kapının kapanma ihtimali beni derinden etkiledi.
Maria Meerovitch, yaşadığım bu gerilimi hemen fark etti. Sınav başlamadan beni nazikçe kenara çekti ve şunları söyledi: “Şu an sadece çalıyorsun ve ben dinliyorum. Başka hiçbir şeyi düşünme, yalnızca bana bak ve sakin ol.”
O an, sadece bir jüri üyesine değil, aynı zamanda hayatıma yön veren idolüme ve en çok hayranlık duyduğum kişiye çaldığımı idrak ettim. Bu, daha önce deneyimlemediğim, çok farklı ve derin bir histi. Onun rehberliğiyle o stresi arkamda bıraktım ve gerçekten ait olmak istediğim o yerde performansımı sergiledim.
Aynı yoldan ilerlediğiniz için merak ediyorum: Türkiye’de klasik müzik alanında ilerlemek isteyen gençlere gerçekçi ama umut veren ne söylemek istersin?
Türkiye’de klasik müzik alanında ilerlemek isteyen gençlere öncelikle gerçekçi bir perspektif sunmak isterim: Mevcut yapıda, belirli bir seviyenin üzerine çıkmak ve uluslararası alanda rekabet edebilirlik kazanmak için mutlaka Türkiye dışındaki eğitim olanaklarını değerlendirmek gerekiyor.
Bunun temel nedeni, sadece eğitim sistemimizin eksiklikleri değil, aynı zamanda müzik sektörünün içinde bulunduğu durumdur. Maalesef, bu sektör gereğinden fazla politikleşmiştir ve içeriden bilgiye sahip olmayanlar için oldukça riskli bir alandır. Genç yetenekler, ne yazık ki bu durumun ciddiyetinin ve kişisel gelişimleri üzerindeki potansiyel tehlikesinin tam olarak farkında değiller.
Umut veren kısım ise şudur: Eğer gerçekten bu yolda ilerlemeye kararlıysanız, yurtdışında alacağınız donanımlı bir eğitim ve doğru mentörlükle, Türkiye’deki zorluklar bir engele dönüşmek yerine, sizi daha dirençli ve kararlı bir sanatçıya dönüştürecektir. Müzik evrenseldir; doğru anahtarı bulduğunuzda, kapılar açılacaktır.
Sence bir genci müzikte “taşıyan” şey daha çok yetenek mi, disiplin mi, doğru hoca mı, aile desteği mi?
Müzik yolculuğunda bir genci başarıya taşıyan faktörler karmaşık bir denklemi oluşturuyor. Yetenek, bu denklemin başlangıcı için iyi bir itici gücü olabilir, ancak yalnızca bir kıvılcımdır.
Asıl ihtiyacımız olan ve sürekliliği sağlayan unsurlar ise doğru hoca, sarsılmaz bir disiplin ve güçlü aile desteğidir.
Kıymetli bir mey sanatçısı olan babanın ve ailendeki müzik kültürünün senin yolculuğuna nasıl bir katkısı oldu?
Sanatçı olan babamın müziğe olan yaklaşımı ve felsefesi, benim yolculuğumda temel bir ışık oldu. Küçük yaşlarımdan itibaren müziğe karşı sahip olduğu o kusursuz bakış açısı, yolumu daima aydınlattı ve bu rehberlik hala devam ediyor.
Çünkü benim için Maria Meerovitch tek idol değil; annem ve babam da aynı seviyede ilham kaynaklarımdır. Babamın sanata olan derinliğini ve sunduğu katkının gerçek anlamını, ancak babamın yaşına geldiğimde tam olarak idrak edebileceğimi düşünüyorum. Ailemdeki müzik kültürü, benim sanatsal kimliğimin en sağlam dayanağıdır.
Ailen olmasaydı bu noktaya gelir miydin? Ya da daha doğrusu: Bir müzisyen ailesinin çocuğu olmak sana nasıl bir güç verdi?
Eğer ailem olmasaydı, bugün ulaştığım bu başarıların ve geldiğim noktanın tamamı sadece bir hayalden ibaret kalırdı. Kuşkusuz bir şekilde ilerlerdim, ancak şu anki kimliğime ve ulaştığım seviyeye yaklaşmam bile mümkün olmazdı. Onların varlığı, bu yolculuğun temelini oluşturdu.
Annemin ilgi alanı edebiyat olduğu için çok küçük yaşlarda kitaplarla tanışmamı sağladı.
Okudukça daha zorlayıcı metinlere geçerek sınırlarımı genişletmeme yardımcı oldu ve bana insanlarla nasıl iletişim kuracağımı, duruşumu nasıl sergileyeceğimi ve sosyal zarafeti öğretti. Babamdan ise, bir sanatçının ruhunu, müziğe olan o derin felsefi bakışı ve disiplini öğrendim. Onlar, bana sadece teknik destek değil, aynı zamanda hem sosyal hem de sanatsal duruş kazandıran eşsiz bir okul oldular.
Sadece şunu ifade edebilirim ki, bir müzisyen babanın çocuğu olmak, benim için ölçülemeyecek kadar büyük bir şanstır. Onların sunduğu bu bütüncül destek, benim en büyük gücüm ve beni her zaman ileriye taşıyan en önemli faktördür.
Sahnede kendini nasıl hissediyorsun? İnsanlara gerçekten ne aktarmak istiyorsun?
Sahnede hissettiğim duygu, genellikle dışarıdaki kalabalığa odaklanmaktan çok, bir içe dönüş hali oluyor. Dürüst olmak gerekirse, kendime çalmayı, o an sadece kendimle kurduğum o derin bağı deneyimlemeyi çok daha fazla seviyorum.
Aktarmak istediğim şey ise büyük bir mesaja hizmet etmekten ziyade, o anki kişisel yoğunluğumu müziğe yüklemek oluyor. Eğer salonda benim için çok kıymetli birisi varsa, genellikle haberi bile olmadan, tüm performansımı ona adarım. Bu, bir nevi duygusal bir transferdir; o kişiye duyduğum hisleri piyanoya aktarmak, kalabalığa bir şeyler anlatmaya çalışmaktan çok daha büyük bir haz veriyor. Dolayısıyla, ben sahnede bir şeyler ‘aktarmaktan’ çok, o anki duygusal durumumu piyanoda yansıtmayı tercih ediyorum.
Bazı müzisyen gençler, kendilerini enstrümanları başında yeniden keşfederler. Kimisi sabrını sınar, kimisi tez canlılığını denetim altında tutmaya başlar, kimisi sahne heyecanını bastırır. Piyanonun başında kendinle ilgili öğrendiğin en şaşırtıcı şey ne oldu?
Piyanonun başında kendimle ilgili keşfettiğim en şaşırtıcı gerçek, insanın kendi potansiyelinin sınırsız olduğuydu. Anladım ki, önüme koyduğum her ‘limit,’ yalnızca kendi hayal gücümün yarattığı bir kurguydu. Bu farkındalık, her şeyi başarabileceğim inancını getirdi.
Aynı zamanda piyano, bana sabırlı olmayı sevdirirken, en derin insani duygularla yüzleşmeyi de öğretti; nasıl seveceğimi ve nasıl üzüleceğimi… Belki de en önemlisi, bazı şeyler istediğimiz gibi gitmese bile, her zaman başka ve en az ilki kadar güzel bir yolun veya çözümün var olabileceğini anladım. Bu, sadece müzikte değil, hayatın her alanında yolumu aydınlatan temel bir felsefe oldu.
İtalya’daki eğitimin boyunca odaklanmak istediğin alanlar neler? Repertuvar, yarışmalar, oda müziği, bestecilik?
İtalya’daki eğitim sürecim boyunca odaklanmak istediğim temel alan, sadece müzikal konuların ötesinde, bütüncül bir kişisel gelişim sağlamaktır. Bunun anlamı, sadece piyano tekniklerimi ilerletmek değil, kendi üzerimde de çalışmak ve kendimi geliştirmektir.
Hedefim, her şeyden önce bir birey, bir kişi olarak kendimin en iyi versiyonu olmaktır. Bu hedefe ulaşabilmek için piyanoda çok daha fazla vakit geçirmeyi, repertuvarıma derinlemesine odaklanmayı ve kıymetli hocamla yalnızca müzik üzerine değil, hayat, sanat ve felsefe üzerine de çok daha fazla sohbet etmeyi planlıyorum. Bu süre zarfında, müzikal icramı destekleyecek olan kişisel olgunluğumu pekiştirmek benim için en büyük önceliktir.
Bu okulun müzik dünyasındaki önemi nedir?
Accademia Perosi’nin müzik dünyasındaki önemi, öncelikle köklü ve saygın bir akademi kimliğine sahip olmasından ve bünyesinde barındırdığı usta öğretim kadrosundan kaynaklanmaktadır. Bu okulun en güçlü yanlarından biri, alanında dünya çapında tanınan ve büyük bir otoriteye sahip olan isimlerin hocalık yapmasıdır.
Akademi, resmi eğitim programlarına ek olarak, dünyanın dört bir yanından gelen pek çok yetenekli müzisyenin özel dersler almak için tercih ettiği bir merkez olmuştur. Özellikle uluslararası alanda önemli bir yarışmaya hazırlanılıyorsa, Accademia Perosi, sanatçının teknik ve yorum yetkinliğini en üst düzeye çıkarması için sıkça önerilen ve saygı duyulan bir kurumdur. Bu özelliğiyle, okul bir eğitim kurumu olmasının yanı sıra, ustalık geleneğini sürdüren bir gelişim platformu olarak da kabul edilir.
Peki orada burslu mu okuyacaksın?
Okulun kendi burs imkanları şu an için henüz mevcut değil. Ancak yetkililer bu konudaki çalışmalarını aktif olarak sürdürüyorlar.
Uzun vadede kendini nerede görüyorsun? Bir solist olarak mı, oda müziği sanatçısı olarak mı, yoksa farklı bir çizgin var mı?
Uzun vadede kendimi, Maria Meerovitch’in çok yönlü sanatsal çizgisini takip eden bir yolda görüyorum. Bu, sadece bir solist veya oda müziği sanatçısı olmanın ötesinde, onun gibi hem aktif bir konser piyanisti hem de bir eğitimci ve rehber olmaktır. Benim için bundan daha kutsal bir misyon olamaz.
Eminim ki, benim gibi, bugün de yüz binlerce genç yetenek kaybolmuş durumdadır ve herkesin hayatına dokunacak, potansiyelini gösterecek bir Meerovitch’e ihtiyacı vardır. Benim amacım, hem kendi icramı sürdürmek hem de tecrübelerimi ve birikimimi kullanarak, o kayıp gençlere doğru yolu gösterecek, onlara sadece piyano çalmayı değil, aynı zamanda müziği bir varoluş biçimi olarak nasıl kullanacaklarını öğretecek bir mentor olmaktır.
19 yaşında dünyaya yeniden başlıyorsun diyebiliriz. Yeni bir ülke, yeni bir okul, yeni bir hoca… Seni en çok heyecanlandıran ve en çok korkutan şey ne?
Beni en çok heyecanlandıran unsur, sanatımı geliştirmek istediğim topraklarda bulunmak ve yıllardır kayıtlarını hayranlıkla dinlediğim bir ustanın öğrencisi olma fırsatını yakalamaktır. Sadece bu düşünce bile bana muazzam bir güç ve ilham veriyor. Kendime biçtiğim sanatsal misyonun peşinden gitmek, bu yeni başlangıcın en büyük motivasyon kaynağıdır.
Müzikle geçen onca yılın ardından, sahnede duran Özgür ile sahneden inen Özgür aynı kişi mi?
Kesinlikle hayır; sahnede duran Özgür ile sahneden inen Özgür her zaman bambaşka iki insan oluyor. Tam anlamıyla hiçbir Özgür, bir önceki sahnede var olan Özgür ile aynı değil.
Sahne benim için yalnızca bir icra alanı değil, aynı zamanda yoğun bir dönüşümün yaşandığı bir alandır. Müzikle kurulan o anlık bağ, performansın getirdiği duygusal ve zihinsel yoğunluk, her seferinde beni farklı bir tecrübeyle zenginleştiriyor.
Umarım seni Türkiye’de çok kıymetli sahnelerde dinleme fırsatı da buluruz önümüzdeki dönemde. Yolun açık olsun.
Çok teşekkür ederim.
