Dr. Menekşe Tokyay: Çocuk açlığı yeni normal

Çocuk açlığı hem bugün bir çocuğun karnının doyması, hem de o çocuğun yarınını ipotek altına alan bir kriz. Aç çocuk derse odaklanamaz, öğrenemez. Yetersiz beslenme fiziksel gelişimi sekteye uğratır, bilişsel kapasiteyi azaltır, özgüveni kırar. Bu da çocuk yoksulluğunun kuşaktan kuşağa aktarılmasına yol açar.

BirGün Pazar

Dr. Menekşe Tokyay: Çocuk açlığı yeni normal

Y. Emre Ceren

Dr. Menekşe Tokyay, BirGün’e konuştu. Tokyay, çocuk açlığının artık istisna değil, olağan bir manzara haline geldiğini belirterek, ücretsiz okul yemeğinin bir sosyal yardım değil, temel bir hak olduğunu vurguladı.

Çocuk açlığı ülkenin özellikle eğitimin en önemli sorunlarından biri haline geldi. Peki şu an okullardaki durum nasıl özetlenebilir, bu durumdan en fazla hangi okullar ve hangi kesimler etkileniyor? 

Bugün Türkiye’de çocuk açlığı artık istisnai değil, olağan bir manzara. Birkaç yıl önceki en güncel veri, her dört çocuktan en az birinin okula aç gittiğiydi. Bugün hepimizin yaşadığı gıda enflasyonu ve gelirlerdeki erime karşısında bu tablonun daha da kötüleştiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Çocuklarda yetersiz ve sağlıksız beslenme sebebiyle bodurluk, kavrukluk ve obezitenin çok yüksek oranlara çıktığı bilinen bir gerçek. Çocuklar derse aç giriyor, teneffüslerde sadece tuvalet musluklarından su içerek karınlarını bastırmaya çalışıyor, kimi evden getirdiği bir dilim ekmeği -damgalanmak korkusuyla- gizlice sınıfta yiyor. Özellikle dezavantajlı mahallelerdeki devlet okullarında ve göç alan bölgelerde tablo daha da ağır. Çankaya’daki bir okulda görevli öğretmen bana, çocukların kantin kuyruğunda ellerinde bozuk paraları sayıp, birlikte yemek üzere ne alabileceklerini hesapladıklarını anlatmıştı. Kuzey Ege’de bir başka kasabada tanık olduğum sahnede ise çocuk, arkadaşının simidinden kopardığı küçücük parçayı mutlulukla yiyordu.

Bu sorunun en çok etkilediği kesimler, işsiz ya da güvencesiz çalışan ailelerin çocukları. Zira gıda güvencesizliği, gelir güvencesizliğiyle doğrudan ilintili. Ama mesele sadece yoksullarla sınırlı da değil; orta sınıf aileler de artan hayat pahalılığıyla birlikte çocuklarının beslenme çantasını doldurmakta zorlanıyor. Bazı devlet okullarında bir aylık öğle yemeği ücreti, 4000 liraya ulaşmış durumda. Yani açlık artık bir sınıf göstergesi olmaktan çıkıp, toplumun geniş kesimlerine yayılan bir eşitsizlik ölçütüne dönüştü. Bir yanda da yıllık ücreti 2 milyon liraya yaklaşan özel okullar varken ve yanı başında açlıktan karnı zil çalan çocukların olduğu devlet okulu varken bitişikteki özel okullarda adeta “statü” ve “ayrıcalık” satın alınırken, artık çocukluğun ve en temel hak olan beslenmenin acımasızca sınıfsallaştığı bir tabloyla karşı karşıyayız.

Üstelik, mutlak açlığa giderek “gizli açlık” tehlikesi de eklemlenmiş durumda. Çocuklar açlıklarını anlık olarak karbonhidratla bastırıyorlar ama vitamin, demir, çinko gibi mikro besin öğelerini yeterince alamıyorlar. Bu da dikkat eksikliğinden beyin fonksiyonlarında gerilemeye, yorgunluğa dek varıyor.

İşte ben bu yüzden yıllardır gerek medya mensubu olarak gerekse kurucu üyelerinden olduğum Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu üyesi olarak bu konuda hak savunuculuğu yapıyorum. Çünkü ücretsiz okul yemeği, okulları çocuklar için bir sosyal refah alanına dönüştüren, kalıcı eşitsizlikleri okul ekosistemi içerisinde yöneten temel bir sosyal politika aracı. Ve rüştünü de on yıllardır dünya çapında sayısız iyi uygulama örneğiyle de kanıtlamış durumda.

Peki çocuk açlığını yönetmede nasıl bir iyi uygulama örneği Türkiye’nin durumuna daha yakın?  

İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni kitabım “Karnım Zil Çalıyor: Bir Hak Olarak Ücretsiz Okul Yemeği”nde bu alandaki en beğendiğim iyi uygulama örneklerini etraflıca ele aldım. Gönül isterdi ki Finlandiya, İsveç, Estonya gibi bu hakkı evrensel düzeyde uygulayan örnekleri model olarak alıp uygulayalım. Ancak şu anda mevcut ekonomik koşullarda ve ekonomik “önceliklere” bakıldığında, en azından devlet okullarına giden ve anaokuldan liseye kadar olan çocuklara pilot projelerle ücretsiz okul yemeği verilmesiyle işe başlanabilir. Tüm ülke çapında uygulandığında 2025 yılı kamu harcamalarının yüzde 1,5’una karşılık gelen bir maliyetten söz ediyoruz. Ama karşılığında çocukların fiziksel, ruhsal ve zihinsel gelişiminden kadın istihdamına, çocukların yetişkin olduklarında sağlıklı bireyler olarak topluma katılmasına, kamu sağlığı üzerindeki yükün hafifletilmesine dek çoklu faydalar söz konusu. Ayrıca Brezilya’nın 1950’li yıllardan beri “sıfır açlık” stratejisi çerçevesinde uyguladığı gibi, okullara dağıtılan yiyeceklerde yüzde 30’luk bir yerel çiftçi katkısı zorunluluğu getirildiğinde bu süreç kırsal kalkınmayı ve bununla bağlantılı olarak kadın kooperatifleriyle kadın istihdamını güçlendirir. Öte yandan, Kore, Brezilya ve Şili örneklerinde olduğu gibi okullarda diyetisyen görevlendirilmesi, çocukların bölgesel olarak ayrıştırılmış besin ihtiyaçlarının belirlenmesi, belediyelerde bu konuda birimlerin kurulması gibi parametreler de dikkate alınmalı.

Menekşe Tokyay

HEM SOSYAL HEM TARIM POLİTİKALARIYLA İLGİLİ

Geçtiğimiz yıllarda çocuk açlığının artmasının en önemli sistematik, politik sebepleri sizce nedir? 

Türkiye’de çocuk açlığı bireysel bir durum değil, doğrudan sistematik ve politik tercihlerden kaynaklanıyor. Bütçenin “acil kodlu” alanlara yönlendirilmemesinden, etkin ve gerçekçi bir çocuk politikası yürütülmemesinden ve çocukların iyi olma halini önceleyen yatırım tercihleri yapılmamasından kaynaklanıyor.

Çocuk açlığının artması aslında hepimizin zihninde şu soruyu canlandırmalı: Biz, çocuklarını seven bir ülke miyiz? Yoksa çocuk nüfusumuzla övünmek, “çocuklar yarınımız, çocuklar geleceğimiz” diyerek yarının yükünü onların omuzlarına bindirmek yeterli geliyor mu? Elbette hayır. Çocukların bugününü zenginleştirip güzelleştirmek gerekiyor. Okul yemeği çocukların bugünüdür.

Ayrıca, kırılgan gruplara yönelik sosyal politikaların uzun süredir “yardım” ve “muhtaçlık” mantığına sıkışmış olması; yani hak temelli, evrensel bir sosyal koruma sistemi yerine sadaka kültürünün, yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir minnet duygusu yaratmanın, kimin yardıma “layık” olduğunu belirlemenin tercih edilmesine dikkat çekebiliriz. Bir başka sebep ise tarım ve gıda politikalarının piyasanın insafına bırakılması. Oysa beslenme hakkı, pazar koşullarına terk edilemeyecek kadar kritik önemde. Köyde üretimden koparıldığı için kente göç eden bir aile, kentte asgari ücretle geçinmeye çalışıyor; markette süt fiyatları uçuyor ama okulda çocuğa bedava süt bile verilmiyor.

Çocukların eğitim hakkının, gelecekteki istihdam olanaklarının aslında doğrudan beslenmeyle alakalı olduğunu görmezden geliyoruz. Görmezden geldiğimizde de sorun buharlaşıp yok olur sanıyoruz. Örneğin suça sürüklenen çocuklar konusu konuşulurken yetişkinler gibi yargılanmalarını istiyoruz ama onları suça sürükleyen sebepler arasında okulun cazip bir alan haline gelmemesini sorgulamıyoruz. Örneğin yıllar önce Samsun, Edirne ve Sulukule’de Roman mahalleleri özelinde pilot olarak yapılan bir okul yemeği uygulaması sonucunda okullaşma oranlarının ciddi biçimde arttığını görmezden geliyoruz. Çocuk için okulu cezbedici ve ilginç bir alan haline getirmez isek, bu çocukları suça sürükleyen ortamlara da itmiş oluruz. Onlara başka bir çocukluğun mümkün olduğunu gösteren temel müdahale araçlarının başında “beslenme olanakları” geliyor.

Ayrıca eğitim politikalarının piyasalaştırılmasıyla birlikte devlet, çocukların en temel hakkı olan beslenmeyi “ailelerin sorumluluğu” gibi görüyor. Oysa dünyada ücretsiz okul yemeği, eğitimin ayrılmaz bir parçası. Finlandiya’da 1948’den beri, Brezilya’da 1950’lerden beri her çocuk okulda ücretsiz yemek yerken, bizde hâlâ “bu bütçe nasıl karşılanır?” veya “şart mı?” gibi konular tartışılıyor. Bu da devletin çocuklara bakışındaki önceliklerin aslında nerede olduğunu gösteriyor ve aileler Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinin en temelinde çocukların beslenmesini ve gıda güvencesini sağlamaya çalışırken, o çocukların kendilerini gerçekleştirmek için diğer ihtiyaçlarını karşılamalarına fırsat ve kaynak kalmıyor.

BESLENME KAMUSAL BİR HAK

Bu kadar hayati bir sorunun uzun vadeli sonuçları neler olabilir, nasıl mücadele edilebilir, hangi talepler üzerinden kamuoyu yaratılabilir? 

Çocuk açlığı hem bugün bir çocuğun karnının doyması, hem de o çocuğun yarınını ipotek altına alan bir kriz. Aç çocuk derse odaklanamaz, öğrenemez. Yetersiz beslenme fiziksel gelişimi sekteye uğratır, bilişsel kapasiteyi azaltır, özgüveni kırar. Bu da çocuk yoksulluğunun kuşaktan kuşağa aktarılmasına yol açar. O yüzden ben çocukların beslenme hakkının nesiller-arası aktarılan bir kriz olduğunu düşünüyorum. Bugün okulda aç kalan çocuk, yarın işsiz ya da güvencesiz bir işte çalışacak; kısır döngü böyle büyüyor.

Mücadele için öncelikle meseleyi bir “kamusal hak” olarak görmek gerekiyor. Nasıl eğitim ve sağlık bir haksa, beslenme de öyledir. Ayrıca bu hak, Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri ile güvence altına alınmış. Bu yüzden kamuoyu talepleri net olmalı: Her çocuğa, her gün, ücretsiz ve sağlıklı bir okul yemeği! Bu talep, yardım değil eşitlik, sadaka değil sosyal adalet ekseninde dile getirilmeli. Sadece kendi çocuğumuz, torunumuz, yeğenimiz için değil tüm çocuklar için aynı talep vurgulanmalı. “Ya hep beraber, ya hiçbirimiz” mantığını işte bu konuda bir kez daha somut bir şekilde gözlemliyoruz. Veliler, öğretmenler, sendikalar, yerel yönetimler bu konuda ortaklaşmalı; bu konudaki lobi çalışmalarını çok-katmanlı ve uzun soluklu bir şekilde, medyanın ve parlamenterlerin de desteğiyle yürütmeli.

Türkiye’nin Uluslararası Okul Yemekleri Koalisyonu’na katılarak bu koalisyonun gereği olan taahhütlerini yerine getirmesi ve bu alandaki iyi uygulamaları kendisine adapte edecek bir “teknik çıta” edinmesi de şart.

Ayrıca yaşa göre düşük kilo ve kısa boy gösteren çocukların tespit edilerek şimdiden ulusal bir beslenme programına dahil edilmesini de oldukça önemsiyorum.

Ünlü isimlerin ve kanaat önderlerinin bu konuyu sürekli gündemde tutması da gerekiyor. Örneğin İngiltere’de pandemi döneminde ücretsiz okul yemeğinden faydalanamayan çocukların durumu, İngiliz milli futbolcu Marcus Rashford’un ısrarlı savunuculuğu ile olmuştu.

Ben saha gözlemlerimde şunu gördüm: Açlık, sınıfta en çok çocuğu, ardından da öğretmeni yaralıyor. Çünkü öğretmen aç çocuğa ders anlatırken, aslında birçok bariyerle aynı anda mücadele ediyor. Bu nedenle öğretmenlerin sesini daha çok duymalı, onların tanıklıklarını kamuoyuna taşımalıyız.

Okul yemekleri aslında bir harcama değil, en akıllı yatırımlardan biri. Uluslararası araştırmalar, bu programlara yatırılan her 1 doların ülkeler için 7 ila 35 dolar arasında geri dönüş sağladığını gösteriyor. Yani çocukların sağlığı ve eğitimi için harcadığınız her kuruş, ileride daha üretken bireyler, daha güçlü ekonomiler ve daha adil toplumlar olarak size katlanarak geri dönüyor.

Yorum bırakın