Nitelikli Kamusal Eğitimle Geleceğe Hazırlanırız

Geleceğin ekonomisi, sadece ne kadar ürettiğinizle değil, nasıl ürettiğinizle de şekillenecek. Ve bu “nasıl” sorusunun yanıtı, çocukların bugün aldığı eğitimin niteliğinde ve erişilebilirliğinde olduğu kadar okulun çok yönlü bir öğrenme deneyimi sunmasında da saklı. 

Dünya, iklim kriziyle mücadele ve kaynak verimliliğini artırma hedefleri doğrultusunda, yeşil dönüşüm ekseninde hızla yeniden yapılanıyor. 

Avrupa Birliği’nin (AB) “Yeşil Mutabakat” (Green Deal) girişimi kapsamında önümüzdeki on yıllarda sanayiden tarıma, ulaşımdan inşaat sektörüne kadar her alanda çevreye duyarlı dönüşümler öngörülüyor. 

Bu dönüşüm sadece ekolojik değil, aynı zamanda ekonomik bir devrim. Bir yönüyle de istihdamı ve eğitimi etkiliyor. 

Ama hangi istihdamı ve hangi eğitimi? Çocukların erken yaşta çıraklığa yönlendirilmesi ve eğitim hakkının dahi sınıfsallaştırılması mı, çağın istihdam gereksinimlerine uygun olarak nitelikli kamusal eğitimin dönüştürülmesi mi? 

OECD’nin 2023 tarihli “Green Skills and Jobs” (Yeşil Beceriler ve İşler) raporu, yeşil becerilere sahip iş gücünün ülkelerin küresel rekabetçilik endekslerini doğrudan etkilediğini ortaya koyuyor.

Bu bağlamda yeşil dönüşüm, eğitim sistemleri için de büyük bir sınav. Zira dönüşen iş modelleri yalnızca yeni beceriler değil, aynı zamanda yeni bir zihniyet -eleştirel düşünme, sürdürülebilirlik bilinci ve yaratıcı problem çözme yetileri- gerektiriyor. 

Almanya ve Hollanda gibi ülkeler, mesleki eğitim sistemlerini yeşil becerilerle uyumlu hale getirirken, Türkiye hâlâ çocukları karbon yoğun üretim alanlarında “ara eleman” olarak konumlandırma peşinde. Bu yaklaşım, hem bireysel geleceği hem de ülkenin yeşil ekonomideki yerini tehdit ederken, küresel eğilimleri ne oranda takip ettiğimizi de gözler önüne seriyor. 

Günümüz ekonomilerinde uzmanlık gerektiren becerilere olan talep, bu becerilere sahip nitelikli bireylerin arzını çoğu zaman aşıyor. Dijital dönüşüm, yapay zekâ, yeşil teknolojiler gibi alanlarda yaşanan baş döndürücü gelişmeler, yalnızca piyasa dengelerini değil, eğitim anlayışlarını da kökten sarsıyor. 

Tıpkı Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman’ın tarif ettiği gibi, “akışkan modernite” çağında yaşıyor gibiyiz. Bilgiler hızla bayatlıyor; meslekler şekil değiştiriyor; taşınabilirlik, anındalık, yenilik ve sonu gelmeyen bir gelişim ve değişim değer kazanıyor. Bu çağda sabit kalan tek şey, sürekli dönüşümün ta kendisi. “Bu dünyada bir iş görmek için kişinin, dünyanın nasıl çalıştığını bilmesi gerekir” der Bauman. 

Bunun için gelişmiş Batılı ülkelerde erişilebilir eğitim biçimlerinde bir dönüşüm süreci başladı ve bunun için de artık “çıraklık” eğitiminin alanı genişletiliyor. Bu da iş dünyasına ihtiyaç duydukları becerilere sahip çalışanlara direkt erişim imkânı verirken, rekabetçi kalmaları ve çalışanların da sadakatini korumaları gibi sonuçlar doğuruyor. 

Çıraklıkta Küresel Vizyon

OECD ve Avrupa Mesleki Eğitim Geliştirme Merkezi CEDEFOP’un birkaç ay önce düzenlediği “Çıraklık için Yeni Alanlar” başlıklı sempozyumda da bu mesele masaya yatırıldı ve eğitim ile istihdam arasındaki bağ güçlendirilmeden ekonomik dönüşümün mümkün olmadığı bir kez daha anımsatıldı.

OECD’nin bahsettiği “çıraklık”, kesinlikle bu değil. OECD’nin çizdiği çerçevede çıraklık, geleneksel anlamının ötesine geçerek yüksek kaliteli eğitimle iş sektörüne entegre edilmiş, gençlere ve yetişkinlere hem yaşam boyu öğrenme imkânı sunan hem de yüksek kazançlı, nitelikli işler sağlayan bir model. 

Örneğin ABD’de Çalışma Bakanlığı eliyle yürütülen American Apprenticeship Initiative(Amerikan Çıraklık Girişimi) programı var. Bu program ile, yüksek büyüme potansiyeli olan iş kolları ve endüstrilerde çırak sayısının artırılması hedefleniyor. Bu girişim sayesinde çıraklığa başlamadan önceki yıl ile çıraklık programının tamamlandığı yıl arasındaki dönemde katılımcıların maaşlarında ortalama yüzde 50’ye varan artışlar tespit ediliyor. Kadınlar ise erkeklere kıyasla bu programlardan daha fazla kazanç elde ediyor. 

Amerikan Çıraklık Girişimi’nin düzenli raporlarına göre, sağlık sektörü ve bilişim teknolojileri gibi yüksek büyüme oranlarına sahip endüstrilerde çıraklığını tamamlayan kişilerin ücretlerinde de büyük sıçramalar söz konusu. Örneğin bilişim teknolojileri alanında çıraklık eğitimi almaya başlamadan önce yıllık 20 bin dolar civarında para kazanan kişiler, programı tamamladıktan sonra yıllık 60 bin dolar üzerinde bir maaşa kavuşuyorlar. 

İrlanda’da ise çıraklık programları genç çalışan sayısının az olduğu sektörlere yönelmiş ve 10 yıl önce sigortacılık sektöründe başlatılan çıraklık modeli, üniversite mezunlarının maaşlarını yakalayan ve işverenin nitelikli insan kaynağı sorununu çözen bir başarıya dönüşmüş durumda.

Temmuz ayında Avrupa Birliği dönem başkanlığını devralacak olan Danimarka’nın gündeminde iki önemli dijital dosya var: AB Bulut ve Yapay Zekâ Geliştirme Yasası ile Dijital Ağlar Yasası (DNA). Bu alanlarda yetişmiş gençler için yeni süreçte çok daha fazla istihdam ve eğitim fırsatı doğacağını öngörmek mümkün. 

Dünya Ekonomik Forumu’nun son verileri de bize benzer bir şeyi anlatıyor: İşverenlerin yüzde 40’ı, yapay zekânın otomatikleştirebildiği alanlarda personel azaltma planları içinde. Demek ki artık farklı bir şeyler söylemek gerek… 

Türkiye’deki Tablo 

Türkiye’de çıraklık ya da mesleki eğitim denildiğinde, neden akla ilk gelen şey çocukların fabrika bacaları altına itilmesi oluyor? Neden bu sistemin anahtarı olarak nitelikli kamusal eğitimi geliştirmek yerine kayıt dışılığı meşrulaştıran yapılar kuruluyor?

Bizi ileriye taşıyacak olan; çocuğu 14 yaşında üretim bandına sokmak veya 12 yaşında çalıştığı inşaatın tepesinden düşerek entübe olmasına göz yummak, ucuz iş gücüyle üretim açığını kapatmak ya da “ara eleman” ihtiyacını günü kurtaran projelerle çözmek değil. Tam tersine, çocukları erken yaşta iş gücüne yönlendiren MESEM gibi modeller, uzun vadede hem bireysel hem de toplumsal kalkınmayı sekteye uğratıyor. 

MESEM sistemiyle yetiştirilen gençlerin büyük çoğunluğu, tekstil atölyeleri, plastik fabrikaları, otomotiv yan sanayii gibi sektörlerde çalıştırılıyor. Oysa Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’na (IRENA) göre yalnızca güneş enerjisi sektöründe 2030’a kadar 14 milyon yeni iş alanı doğacak. Bu işlerin önemli bir bölümü teknik bilgi kadar dijital ve sürdürülebilirlik okuryazarlığı da gerektiriyor. 

Peki, torna tezgâhında çocukluğunu tüketen bir genç, bu alanlarda nasıl rekabet edebilir?

Tam da bu sırada aklıma Ken Loach’un I, Daniel Blake filmindeki o çocuk geliyor: Sistemin kenarına itildiği için büyümeye değil, hayatta kalmaya odaklanan çocuklar… Türkiye’nin MESEM anlayışı da benzer bir tabloyu resmediyor. Bir çocuğun eline tornavida tutuşturup, eğitimden sanata, oyun hakkından sosyal gelişime kadar pek çok şeyi ondan esirgemek; ne kalkınmadır ne de hak temelli bir eğitim yaklaşımı…

MESEM’ler, sosyal devletin değil, sosyal terk edilmişliğin bir simgesi haline geliyor. Çocuk işçiliği ile istihdam arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran bu uygulamalar, çocukların eğitim hakkını zedelerken, aynı zamanda ülkenin uzun vadeli üretim kapasitesine de zarar veriyor. 

Oysa Finlandiya’da, Almanya’da, Hollanda’da uygulanan modern çıraklık sistemleri, akademik ve mesleki eğitimi birbirinden ayırmak yerine, harmanlıyor. Gençler erken yaşta mesleki yönelimlerini belirlerken, aynı zamanda üniversiteye geçiş kapılarını da aralık bırakıyor. Okullar, öğrencilere, erken yaşta becerileriyle örtüşen istihdam alanlarına yönelmeleri için rehberlik programları sunuyor. 

Tıpkı Bauhaus’un form ile işlevi buluşturması gibi, bu ülkelerde eğitimle üretim arasında kurulmuş bağ, yalnızca beceri değil aynı zamanda entelektüel birikim ve çağa uyumlu becerilerin altyapısını da inşa ediyor.

Nitelikli Kamusal Eğitim Şart 

UNESCO’nun 2023 Küresel Eğitim İzleme Raporu’nda, dünyanın dört bir yanında artan eşitsizlikler nedeniyle mesleki eğitimin yalnızca teknik beceriler kazandırmakla kalmayıp aynı zamanda toplumsal kapsayıcılık ve sosyal adalet açısından da yeniden düşünülmesi gerektiği vurgulanıyor.

Türkiye’nin de artık şu gerçekle yüzleşmesi gerekiyor: Kaliteli bir çıraklık sistemi ancak kaliteli bir eğitim sistemi üzerine inşa edilebilir. Bu da başta meslek liseleri olmak üzere tüm eğitim kurumlarının çağdaş normlara göre gözden geçirilmesi, altyapılarının güçlendirilmesi, öğretmen kalitesinin artırılması ve çocukların eğitim süresince güvende, güvencede ve gelişim içinde olmalarıyla mümkündür.

Çıraklık, eğer doğru tasarlanırsa ve çocuğun gelişim evrelerini dikkate alan bir yaş aralığına ötelenirse, bireyi iş gücüne değil, hayata hazırlar. Ama bunun yolu, ucuz iş gücü politikalarından değil, her çocuğun eşit fırsatlarla desteklendiği, okulu sosyal bir refah alanına dönüştüren, çocuklara okumayı sevdiren, sadece teknik becerilerle değil çağın gerektirdiği sanatsal, bilimsel, teknolojik gelişmelerle de onları donatan güçlü bir kamusal eğitim sisteminden geçer. 

MESEM’lerle değil; adil, kapsayıcı, çağın dönüşümlerine ayak uyduran, güvenceli ve insan onuruna yaraşır, çağa uygun ve yapay zekânın hızını yakalayan -hatta onu aşarak katma değer yaratan- bir mesleki eğitimle geleceğe hazırlanırız.

Rekabetçilik artık ucuz emekle değil, nitelikli insan gücüyle mümkün. Güçlü bir kamusal eğitim sistemi kurmadan, teknolojik dönüşüme ayak uyduracak, çevreyle dost üretim modelleri geliştirecek bir iş gücüne ulaşmak imkânsız. 

Bugün OECD ülkeleri arasında en düşük PISA puanlarına sahip ülkelerden biri olan Türkiye, bir yandan bunu kabullenmeyip müfredat değişikliklerine giderken, öte yandan gençlerini enformel emek pazarına göndermekten çekinmiyor. Bu çelişki, yalnızca eğitim politikalarının değil, kalkınma vizyonunun da ne kadar dar bir çerçeveye sıkıştığını da gösteriyor aslında… 

Geleceğin ekonomisi, sadece ne kadar ürettiğinizle değil, nasıl ürettiğinizle de şekillenecek. Ve bu “nasıl” sorusunun yanıtı, çocukların bugün aldığı eğitimin niteliğinde ve erişilebilirliğinde olduğu kadar okulun çok yönlü bir öğrenme deneyimi sunmasında da saklı. 

Bunun için kendi içimize dönmek ve “ben yaptım oldu” kolaycılığına kapılmak yerine dünyadaki iyi uygulama örneklerine bakmak ve onları uyarlamak yeterli. Doğru bir çıraklık eğitimi, doğru bir yaşta ve güvenceli çalışma ortamında verildiğinde, bu süreç de nitelikli ve tam zamanlı bir eğitimle desteklendiğinde, ileride gençlerin eğitim veya istihdam dışında kalma (NEET) olasılığını da azaltacaktır. 

10 yıl önce 17-25 yaş arası gençlerin yüzde 67’si lise üzeri düzeyde eğitimliyken bu oran günümüzde yüzde 84’e yükseldi. Söz konusu gençlerin diplomalı işsizler ve mutsuz/umutsuz kitleler haline dönüşmemesi, mevcut 5 milyon ev genci arasına katılmaması için erken dönemde nitelikli ve yeni çağın yeni becerilerine odaklanan bir eğitim şart.  

Lev Tolstoy, meşhur Anna Karenina’sına şu cümleyle başlar: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutluluğu vardır.” Aynısını çocuklar için de söyleyebiliriz.

Bütün mutlu çocuklar birbirine benzer; çünkü hepsi nitelikli bir eğitime, güvenli bir geleceğe ve insanca yaşam koşullarına sahiptir. Oysa mutsuz çocukların mutsuzlukları çeşitlidir ama ortak bir paydaları vardır: Eşitsizliğe mahkûm eden bir eğitim sistemi ve geleceksizlik.

Yorum bırakın